Kayıtsız koşulsuz bir üreme içgüdüsünün her türlü cinsel sevginin temeli olduğu, konunun daha yakından yapılacak bir çözümlemesiyle ve kendimizi kolay kolay geri tutamayacağımız bir çözümlemeyle doğrulanabilir. Öncelikle aşık olan bir erkek, doğası gereği hercai; buna karşılık kadın, vefakar olmaya eğimlidir. Bir erkeğin aşkı belli bir dönemden sonra, yani tatmine eriştikten sonra hissedilebilir derecede azalır; neredeyse başka her kadın onu sahip olduğu kadından daha fazla cezbeder, değişikliği arzular, halbuki bir kadının aşkı karşılık gördüğü andan itibaren artar. Bunun sebebi, doğanın türün korunmasını ve olabildiği kadar büyük bir çoğalmayı hedeflemesidir. Erkek, kolaylıkla bir yılda yüzden fazla çocuk yapılabilir, halbuki kadın ne kadar fazla sevişirse sevişsin bir yılda (bir batından birden fazla çocuk dünyaya getirme durumunu saymazsak) ancak bir çocuk dünyaya getirebilir. Bu sebeple bir erkek her zaman başka kadınları arzularken, bir kadın her zaman tek bir erkeğe bağlı kalır. Zira doğa onu içgüdüsel olarak ve farkında olmaksızın doğacak çocuğa bakıp koruyacak olan erkeğin bakımıyla meşgul olmaya zorlar. Bu nedenle evliliğe sadakat olgusu, erkek bakımından suni fakat bir kadın için doğaldır. Dolayısıyla, evlilikte sadakatsizlik erkek için doğal bir durumken, kadın için doğal değildir. Doğal olarak kadın bakımından zina, doğacak sonuçlarından ötürü hem nesnel olarak hem de kadının doğasına aykırı olması nedeniyle öznel olarak, erkek için olduğundan çok daha bağışlanmazdır.
Diğer Arthur Schopenhauer Sözleri ve Alıntıları
"bunca gürültü patırtı niye? niye (bunca) itiş kakış, tepinme, korku, endişe ve dert? sonuçta amaç, sadece her bir mecnun'un kendi leyla'sını bulması değil midir?
"kendine yetmek, kısacası kendi olmak kuşkusuz mutluluğumuz için en yararlı niteliktir."
04 Eylül 2013 Çarşamba
Verdiği sözü tutmuyor hayat, tutsa bile, özlediğimiz şeyin özlenilmeye değer olmaktan ne kadar uzakta bulunduğunu göstermek için yapıyor bunu. Kimi zaman umut, kimi zaman da umulan şey aldatıyor bizi. Bir eliyle verdiğini öteki eliyle alıyor. Uzaklığın büyüsü, cennetler gösteriyor bize. Ama büyülenir büyülenmez, bu cennetlerin uçup gittiğini görüyoruz. Demek ki, mutluluk ya gelecekte yada geçmişteki şimdiki an, güneşli ovanın üzerinde dolaşan bir küçük buluta benziyor önü arkası pırıl pırıl bu bulutun, ovaya yalnız onun gölgesi düşüyor.
''Bir ahlak duygusu ele alalım ki, temelleri olmayan ve sadece öğüt olarak kulaklarımızı doldurduğu için var olan. İşte böyle bir duygunun etkisinin kaydadeğer olmasını bekleyemeyiz. ''
"Söylediğim gibi bir bütün olarak bakıldığında her bir insan hayatı bir tragedyanın niteliklerini sergiler ve biz kural olarak hayatın bir dizi düş kırıklığıyla dolu umuttan, boşa çıkmış emellerden, suya düşmüş tasarılardan, çok geç fark edilmiş yanlışlardan başka bir şey olmadığını ve şu kederli şiirin içinde barındırdığı hakikatin onun içinde geçerli olduğunu anlarız:
O zaman yaşlılık ve tecrübe el ele,
Götürür onu ölüme ve anlatır ona,
Böylesine acılı ve uzun bir arayıştan sonra
Bütün hayatın yanılgılarla dolu olduğunu.
Bütün bunlar hayatın kendisi hiç olmasa daha iyi olacak bir şey, edineceğimiz bilgi sayesinde geri döneceğimiz bir tür hata olarak gören benim dünya görüşümle tamamen örtüşür."
"Her şeyden evvel hiçbir insan mutlu değildir; bütün hayatı boyunca hayali bir mutluluk peşinde koşup durur, onu nadiren ele geçirir ve ele geçirse bile, geçirmesiyle birlikte bir yanılsamadan, bir düş kırıklığından başka bir şey kalmayacaktır geride; ve kural olarak sonunda bütün umutları suya düşecek ve limana bir enkaz halinde girecektir. O halde yalnızca her an değişip duran şimdiden ibaret olan ve şimdi sona eren bir hayatta mutluluk olmuş mutsuzluk olmuş hepsi birdir."
"Doğuştan gelen tek bir yanılgı vardır ve bu da mutlu olmak için var olduğumuzdur. Bu bizde doğuştandır, çünkü bu bizim varoluşumuzla çakışır ve bütün varlığımız onun tefsirinden, hatta bedenimiz onun monogramında ibarettir. Biz yaşama iradesinden başka bir şey değiliz, ve bizim bütün istememizin ardışık tatmini mutluluk kavramıyla düşündüğümüz şeydir."
"Onun arzularının sınırı yoktur, onun taleplerinin sonu yoktur, her tatmin edilmiş arzu yenisinin doğumuna sebebiyet verir."
Ömrümüzün ilk kırk yılı metindir, takip eden otuz yıl da bunun yorumu. (sayfa 228)
Vahşiler birbirini yer, uslular birbirini kandırır, buna da dünyanın gidişatı denir. (sayfa 184)
...toplum kalabalıklaştığı anda, orada adilik hâkim olmaya başlar. (sayfa 140)
Ayrıca nasıl ki hiçbir ülke sadece birkaç kalem ithalata ihtiyaç duyan ya da hiç duymayan bir ülke kadar müreffeh değilse, en mutlu insan da içindeki zenginliği kendisine yeterli olan ve varlığını idame ettirmek için dışarıdan ya çok az ya da hiçbir şeye ihtiyaç duymayan insandır. Çünkü ithal mallar pahalı şeylerdir, bağımlılığı açığa vururlar, tehlikeye sebebiyet verirler, sıkıntı meydana getirirler ve sözün kısası yerli imalat için sefil birer ikamedirler. Hiç kimse başkalarından ya da genel bir ifadeyle, dış dünyadan çok fazla bir beklenti içerisinde olmamalıdır. Bir insan tekinin bir başkası için ifade edebileceği şey öyle çok büyük değildir: Neticede herkes yalnız kalır ve önemli olan şey yalnız kalanın kim olduğudur.
Robin Sharma
Kamuran Şipal
Hekimoğlu İsmail
Michel de Montaigne
Friedrich Engels
Lily Prior
Mehmet Deveci
Ferit Edgü
Soner Yalçın
Patrick Süskind