- Fakat her halde genç kadın Celal Ferit'i sevmiyorsa bile kendisine karşı onun gittikçe artan ve büyüyen bu aşkını seviyordu. Ve günün birinde, hiç değilse bu aşkı muhafaza edebilmek için kendisini erkeğe vereceği, yahut erkeğin pek ustaca bir hareketi ile mağlup düşerek metresi olacağı artık muhakkak gibi görünüyordu.
- Kadınlar sade tuhaf değil, tuhafın da tuhafı mahluklar!
- Kıskanmak...Seniha'nın yüreğine ilk beliren, kendisini ilk duyuran ve hemen her gün daha fazla gelişip büyüyen bu his olmuştu.Halit'le aralarında sekiz yaş vardı ve onu kıskanmadığı bir zamanı hiç bilmiyordu.Hayatının en eski, en bulanık ve silik hatıraları arasında bile bu kıskançlık her şeye hükmeden bir yer tutuyordu.
- NAHİD SIRRI ÖRİK (1895-1960), Yazar, Çevirmen (GS Lisesi ve Hukuk Fak. terk), Oğlak Yayın (8.Baskı), 265 sf.
http://www.kitabinomurgasi.com/2015/04/sultan-hamid-duserken-nahid-srr-orik.html
*II.Abdülhamid (1842-1918) 1876-1909 yılları arasında 33 yıl hüküm sürmüştür.
-(II.Abdülhamid) Doksan üçte (93 Harbi-1877) felaketler ve zorluklar birbirini takip edince MECLİSİ DERHAL DAĞITMIŞ, büyük Fransız İhtilali'nin kral kellesi koparan mebusları gibi konuşmaya yeltenenleri çil yavrusu gibi dağıtmıştı. Fakat o zaman yaşı 35'e varmamış olan genç bir adamdı. Şimdi ise 32 SENELİK BİR SALTANATIN binbir gailesi ve en bu son yıllarda geçirdiği ağır hastalık tesiri yüzünden kendisini çok yorulmuş, YIPRANMIŞ, çökmüş hissediyordu.
-Zaten hemen hiçbir küçük odası bulunmayan YALININ (Rumelihisarı'nda) en büyük odalarından birine girmişlerdi ve taht gibi yüksekte durmakta olup üç geniş basamak merdivenle çıkılan geniş karyola ile onun sağında duran koltuk müstesna, pencereler boyunca devam eden sedirleri, şal kaplı yastıkları ve duvarlardaki ayet ve hadis yazılarıyla buranın o derece ESKİ ZAMANLARA MAHSUS bir hüviyeti vardı ki, paşa (Mehmet Şahabettin Paşa-83 yaşında ve 40 yıllık Vezir, Nazır, Bakan-) sedirlerin biri üzerinde gecelik entarisi ve yazlık kürkü ile oturup enfiyesini çektiği veya altın zarflı fincanda kahvesini içtiği sırada kendisine II.Abdülhamid devri sonunun değil fakat II.Mahmut ve hiç değilse Abdülmecid devrinin bir veziri demek münasip olurdu.
-(Sultan Hamid'in II.Meşrutiyet'i kabulü üzerine M.Şahabettin Paşa) ...ECNEBİ DEVLETLER yarın harekete geçerek MİRASIMIZI TAKSİME kalkmayacaklar mı, hudutlarımız dahilinde yaşayan 72,5 MİLLET onlara bilerek veya bilmeyerek yardımcı olmayacak mı? Hemen Allah encamını hayreylesin, Allah hepimize acısın.
Bu dualar sadece bir vatanperverin endişelerinden mi ileri geliyor, temennilerini mi teşkil ediyordu? Yoksa bu endişe ve temennilerin asıl sebebi ve hikmeti ŞAHSİ birtakım KORKULAR mıydı? Bankalardaki NAKİT VE TAHVİLLER, MÜCEVHERAT, EMLAK ve akar ve bu Rumelihisar'ndaki YALI ve Nişantaşı'ndaki KONAK ileher ikisini dolduran en pahalı Şark ve Garp eşyası, bunların hepsi HELAL PARANIN, AYLIKTAN YAPILMIŞ TASARRUFLARIN MI MAHSÜYDÜ?
-Ve bütün yalı, harem ve selamlık, İstanbul'daki durumu öğrenmiş, cariye ve uşak hepsi birer SİYASİ kesilivermişti. Bu çıkan hürriyet (II.Meşrutiyet'i kabulü), kendilerini YALININ bütün debdebesinden İSTİFADE etmek şartıyla her türlü iş ve ZAHMETTEN kurtaracak bir sebep, Allah'ın bir ihsan ve inayeti olacaktı.
-(Paşa'nın kızı Nimet'in, gözden düşen bir paşanın oğluyla olan nişanı bozarkenki ruh hali) Bu, ETE geçmediği gibi KALBİ de pek fethetmemiş, ZEKAYA ise hiç heyecan vermemiş, hemen hep GÖZLERİN HAZZI şeklinde kalmış bir aşkın matemi idi.
Eğer hayat dahi bir nevi piyes ise, Nimet kendisine romantik değil de REALİST bir piyes rolü seçmiş bulunuyordu ve realist piyesin kabul ettiği rolünde aşk için en ufak bir FEDAKARLIK da yazılı değildi.
Sadece UZAKTAN, görücüye çıkmış gibi kendisine görünerek mesire yerlerinde üç yıl GÖZ SÜZMEKLE yetinmiş olan bu delikanlı, etinde ve varlığında her şeye emredecek hatıralar bırakmamışsa, bir saltanat kuramamışsa bunun cezasını çekmesi icap etmez miydi?
-(Paşaya yeni hükümette yer verilmeyince) ...açıkta bırakılan ihtiyar veziri TEK İNSAN insan ziyarete gelmedi. ...Buna mukabil HAREME çok gelen oldu.
(Paşalar için) "Konaklarından, yalılarından yarın gece alınıp Zaptiye Nezareti'ne götürülecek, millete karşı işlemiş bulundukları suçların kefareti olmak üzere büyük paralar vermeye mecbur edileceklermiş!" şeklindeki bu muhakkak tehlike dillerde gezdiği içindir ki bugün SELAMLIK kapısını tek insan açmamıştı.
...Paşanın tam miktarını bilmediği serveti üç büyük RÜŞVETE, hırsızlığa dayanıyordu.
-Bütün İRADE VE HÜRRİYETİNİ pek uzun yıllar önce SULTAN HAMİD'İN ELLERİNE teslim edip her hareket ve düşüncesini onun ne diyeceği ve ne düşüneceği mülahazasına vakfederek şimdi o baskı kalkınca 83'ünde kazandığı hürriyetten şaşırıp kalan Şahabettin Paşa, bu irade ve hürriyeti bir haftadan beri KIZINA teslim etmiş bulunuyordu.
-(Rumeli'nden gelen İttihat ve Terakki üyeleri) 10 Temmuz zaferinden (II.Meşrutiyet) sonra İttihat ve Terakki'ye AKIN AKIN GİRMEYİ münasip bulan -işler aksi bir istikamet alırsa AKIN AKIN ÇIKMAYA HAZIR- birçok insanın etraflarını sardığını görerek kendilerini gittikçe daha kuvvetli sanmışlardı.
-İSTANBUL, bütün konakları ve tekmil yalıları ile Temmuz güneşinin içinde parıl parıl parlayan sokaklarında muhteşem arabalar ve denizlerinde yaldızlı kayıklarla muşlar (küçük gezinti vapuru) dolaşan İstanbul, ZENGİN OLUNCA hayatın çok daha BAŞKA BİR MANA, tasavvur edilemez bir güzellik ve müstesnalık kazandığı nice muzaffer ihtilalciden sonra Şefik Bey'e de çarçabuk fısıldamıştı (Paşa kızı Nimet ile evlendikten sonra konak yaşamına ve Nimet'e müptela olarak İttihatçılılardan ayrılan subay).
-(İttihat ve Terakki'in lideri TALAT PAŞA) "hani herif 'Hırsızı yakaladım!' diye bağırmış da 'Öyleyse getir!' demişler, bunu üzerine 'Getiremem, beni bırakmıyor!' demiş: İşte biz de tıpkı bu haldeyiz. İstibdatı yıktık, her şeye hakim olduk, diyoruz. Hakikatte ise DİSİPLİNSİZ, BİLGİSİZ, HAZIRLIKSIZ BİR AVUÇ İNSANDAN İBARETİZ. İmparatorluk İşkodra'dan Fizan'a, Hopa'dan Basra Körfezi'yle Aden hudutlarına uzanıyor. Vilayeti vilayetine değil, hatta birer krallık genişliğindeki bu vilayetlerin sancakları, kazaları birbirine benzemiyor: Muazzam bir devlet ve bu muazzam devlet her tarafından türlü iştahaya maruz. Binlerce kilometre boyu uzanan sahilleri donanmasız, topraklarında yaşayan 72 millet, Türk hariç ya müstakil olmak ya da hudutlar dışındaki devletlere iltihak etmek heves ve sevdasında.
-İSTANBUL, Rumeli'nden gelmiş kimselerden gittikçe soğuyor, kendi içinde beliren mutedillere, "AHRAR" (Hürriyet taraftarı) ismiyle teşekkül eden fırkaya (parti), hatta programının ve nutuklarının şişkin, müphem fakat maddileştirilip tatbik sahasına geçirilecek olsa imparatorluğu parçalamaya pek kadir sözleri arkasında ince nezaketinden, güzel konuşmasından ve annesi Seniha Sultan'ın eşyası hayli eskimiş sarayından başka hiçbir şeyi bulunmayan PRENS SABAHATTİN Bey tarafına dönüyordu.
-(31 MART VAKASI-13 Nisan 1909) "Şeriat isteriz" feryatlarıyla Meclis-i Mebusan'ı saran hareketin İttihat ve Terakki aleyhinde olması tabiiydi. ...(İstanbul'daki) birinci ordu kumandanı Mahmut Muhtar Paşa, Harbiye Nezareti binasının içinde bulunan askerleri tamamen elinde tutuyor ve asi kuvvetleri, garip ve esrarlı bir keyfiyet olarak İTTİHAT VE TERAKKİ'NİN kendini müdafaa ettirmek için Selanik'ten hasseten getirttiği AVCI TABURLARI içlerinde, hatta başlarında bulunan asi kuvvetleri, kendine sadık kuvvetlerle yürüyüp isyanı bastırmak için emir bekliyordu.
-İstanbul'da SÜKUN avdet etmiş (geri gelmiş) ve dökülmüş CÜZİ KAN bu inkilap için ödenmesi kabul edilebilecek en hafif kefaretti. ADANA'DA BOL AKMIŞ KAN SELLERİNİN (Ermeni Hadisesi) kokusu ise PAYİHATA (İstanbul) erişmiyordu.
...mebuslar, 31 Mart'ın Meşrutiyet'e değil hakikaten işin İFRADINA giderek MUKADDESİ İSTİHKAR ETMİŞ (aşağılamış) bir zümreye karşı yağılmış MEŞRU bir darbe teşkil ettiğini tasdik ettiler, kanaatlerini beyanname ile bütün memlekete ilandan çekinmediler.
-(Mahmut Şevket Paşa komutasında İstanbul'a doğru Şeriat'a karşı yürüyüşe çıkan Rumeli Ordusu duyulunca) ...birkaç gün evvel 31 Mart'ın pek MEŞRU bir hareket olduğunu memleketin dört yanına duyurmuş olan MEBUSLAR (ve VEZİRLER) arasında yaklaşan bu YENİ KUDRETE DOĞRU KOŞMAK, onunla şimdiden KAYNAŞMAK üzere Ayastefanos'a (Yeşilköy) AKIN başladı. ...oradaki ahbaplarının evlerinde DÖRDÜ BEŞİ BİR ODADA YATMAK eziyetine katlanmak pahasına küçük köyün BİRDEN ŞENLENMİŞ sokaklarında HÜRRİYET FEDAİLİĞİ rolünü oynayabiliyorlardı.
...SADRAZAM Tevfik Paşa sanki yer yarılmış da yerin altına girmişti. ...Kabine padişahla münasebetlerini kesmiş, onu Yıldız'da mukadderatına TERKETMİŞ gibi bir yol seçmişti ve sonuna kadar bu yolu takip edecekti.
***2002'de Ziya Öztan tarafından kitaba oldukça bağlı kalınarak çok iyi bir oyuncu kadrosuyla çekilmiş olan filmi, YOUTUBE'a "ABDÜLHAMİD DÜŞERKEN" yazarak tam haliyle izleyebilirsiniz. - -(Halit'in eşi Mükerrem) İstanbul varken Zonguldak'ta yaşamayı o, bilhassa böyle havalarda pek acı buluyordu. Bu acılığı da en çok oradan gelen gazetelere her göz gezdirişinde duyar, balolar, konserler, ecnebi truplarının (kumpanyalar) uğraması, Darülbedayi'nin (tiyatro) programıyla büyük sinemalarda değişen filmler, hatta havanın güzelliğine, fenalığına dair haberler ruhundaki hasret ve hicranı büyütür, kendisini talihine karşı adeta isyana götürürdü. -...nefisleri Fransız şirketinin milyonları üstünden bir nevi Zonguldak Kont ve Kontesi yahut Dük ve Düşesi şeklinde görerek, kabul günlerinde herkesin kendi tayin ettikleri yerlerde oturup kendileri tarafından davet edilince söze karışmasını isteyen umum müdürle ve sadece metres olduğu iddia olunan iri yarı madaması... -Nüzhet bütün bu güzelliğiyle bir kız evladı olsaydı, anası belki de kendisini kıskanırdı. Fakat şimdi Nuriye bu kadar güzel bir gencin anası olduğu için kadınlara ve erkeklere karşı ayrı ayrı gurur duyuyordu. Bu gurur kadınlara, "İşte bu bayıldığınız çocuğun anası benim. Sizi hayran eden bu çocuğun hiçbirinizi beni sevdiği gibi sevmesi ihtimali yoktur. Siz onun birkaç günlük oyuncağından ibaretsiniz" dediği gibi erkeklere de, "Kanımdan ve etimden kopup dünyaya gelen bu çocuğu her kadın sizlere tercih edecektir. Onun anası olduğum için ben de sizi onunla beraber yeniyor sayılırım..." diyor gibiydi. -(Nüzhet) "Orta mektepten sonra ne bir liseye girmeyi düşünüyorum, ne de maden mektebine girmeyi. Bu tahsil benim için tamamen kafi. Babamın madenini bizzat idare etmekliğim icap ettiği zamanda ise, istediğim gibi ve istediğim kadar mühendis bulabilirim. Hem o vakte kadar maden mektebi lise mezunlarından birçok mühendis yetiştirir de bu sayede ben de beylere babamdan yahut başka yerlerden şimdi alabildikleri paranın yarısını bile vermem!" -KISKANMAK... Seniha'nın yüreğinde ilk beliren, kendisini ilk duyuran ve hemen her gün daha fazla gelişip büyüyen bir his olmuştu. Halit'le (yakışıklı öz ağabeyi) aralarında sekiz yaş vardı ve onu kıskanmadığı bir zamanı hiç bilmiyordu. ...Çirkinlerin sevilmemeye ve güzeller için daima feda edilmeye mahkum bulunduklarını Seniha pek küçük yaşından itibaren bilmiş, anlamıştı. ...Kuzguna bile yavrusu Anka görünür dendiği halde bu ne biçim bir ana idi ki kızının çirkinliğinden katiyen emin bulunuyor, bunu açıkça ilan ediyordu (ayrıca, emekli Paşa eşi olan annesi oğluna hayrandır ve Seniha'nın çıkan talipleriyle evlenmesine, Halit'in Avrupa tahsili için para gerekli diyerek izin vermemiştir). -İstanbul'un kibar semtlerinden gelen şık ve nazlı hanımefendilerin veya öyle geçinenlerin birkaç ay fasılasız yaşamaya dayanamayarak tebdili hava için sık sık ayrıldıkları ve hele Haziran başlangıcından Ekim sonlarına kadar kalmayı adeta bir haysiyetsizlik ve fakr-ü zaruret (fakirlik ve çaresizlik) itirafı saydıkları bu 1923-1924 Ankara'sını... ...Hemen her evde iki ailenin sıkıştığı ve evli kadınların on dakika uzaktakidairelerinden çıkarak kocalarının eve gelmelerini her an hesap etmeye mecbur bulundukları bu yeni ve küçük hükümet merkezinde... -(Seniha) başkaları ile beraberken de bütün dimağını bu düşünce, sevilmeyen bir koca olan ağabeyinin yakında aldatılan bir koca olacağı ve bu vaziyetin birtakım musibetler doğuracağı düşüncesi işgal ediyordu. Bundan, böyle düşünmekten de ince ve hep renksiz dudaklarına durup dururken bir tebessüm, istihza ve sevinç dolu ve canlı bir tebessüm geliyordu. ...bu sevinç Seniha'yı adeta gençleştirmiş, hatta biraz da güzelleştirmişti. -...bir taraftan masum aşkının derinliğinden ve ebediliğinden bahseden ve bahsederken en hülyalı bir genç kızın şairane edalarını alan bu kadın (Mükerrem), diğer taraftan da bütün hayatlarını aylık, haftalık ve hatta gecelik dostlarla geçirmiş en günahkar mahluklar kadar sevdanın et ve sinir tarafına düşkündü. -(Seniha) "...Hiç güzel olmayanını, herkese benzemeyenini seçerdim. Resimdeğil, bebek değil, erkek seçerdim. Kendi güzelliğini bir saniye unutmayan ve kadına ihsan ettiği dakikaların fevkaladeliğini her an düşünüp hatırlatan bir erkeğe nasıl tahammül edilebilir, anlamaktan acizim!" -Kocasının attığı kurşunlarla Nüzhet'in yüzünün tanınmayacak, korkunç ve iğrenç bir hale geldiğini demin Seniha söylemişti. Ve şimdi, birdenbire, daha gözlerinde belki onun için dökülmüş yaşlar kurumadan, Mükerrem artık aşkının öldüğünü ve delikanlıyı artık sevmediğini anladı. Sade güzelliğinden, çok güzelliğinden dolayı sevmiş ve göğsüne çılgın gibi bastırmış olduğu o eşsiz baş şimdi korkunç ve iğrenç bir şey haline gelince sevgisi de birden tükenmiş ve varlığı sanki boşalmış, kupkuru ve bomboş bir şey olmuştu. -Sevgilisi mezara ve kocası hapse giden genç kadın (Mükerrem) şimdi hayata pek bağlanmış, tatlı canı ve rahatı için ne lazımsa yapmaya karar vermişti. Adeta ağır bir hastalıktan kurtulmuşların nekahat devrinde kendi nefislerine aşık oluşları gibi bir haleti ruhiye içinde yalnız kendini düşünüyor, kendini seviyordu. Hatta yeni vaziyetinden içten içe ve gizliden gizliye belki biraz da memnundu. Aylardan beri ona ıstırap çektiren bir erkekten de, daima emirler veren bir erkekten de aynı zamanda kurtulmuştu. Artık Nüzhet'in kendisini bırakıp başka bir kadına gitmesi ihtimali ile titremeyecek, artık Halit'e hoş görünmek için, bir şeyi sezdirmemek için zahmetlere girişmeyecekti. Artık sade kendi nefsini düşünebilirdi. -(Seniha) ...bu yıl Halit'in hapishanede sürünüp inlediğini düşünmekten artık hiçbir haz almaz olmuştu. Fakat teklifini (İstanbul'daki babadan kalma küçük köşkdeki hissesini, Halit'in beş parasız halinin mecburiyetinden yararlanarak onda bir fiyatına alma teklifi) kabul ettirip Halit'e sadaka fırlatmak zevki olmasaydı bile yine mutlaka Zonguldak'a gelecekti. Çünkü onu hapishaneden çıktığı halde (7 yıl sonra), o zelil ve feci halde görmek saadetinden kendisini elbette mahrum etmek istemez, buna yüreği elbette razı olmazdı (ama eski arkadaşları Halit'e bir iş ayarlamıştır). -Mükerrem'in belki bütün tekmil parasını Halit'e göndermeye hazır oluşu kendisine (Seniha) çok dokunmuştu. Bu katil hala, hala seviliyor, yardım himaye görüyordu. Dostlar kendisine hemen iş, mevki buluyorlardı. ...etrafında muhabbet, sevgi vardı. Bütün hayatını doğdu doğalı başkalarına hasretmiş, feda etmiş (öğretmen) olan Seniha'ya hiç kimsenin vermediği sevgi ve himaye elan ondan esirgenmiyor, yirmi yaşında bir delikanlının katili olduğu biline biline esirgenmiyordu. -(Seniha) KISKANÇLIK ATEŞİ, saldırışlarını, sarışlarını ve kemirişlerini senelerce unuttum sandığı kıskançlık ateşleri ihtiyar kızın bütün benliğini yeniden almış, tamamıyla kaplayıp sarmıştı. Ve Seniha artık bunun hep bu şekilde son nefesine kadar süreceğini çok iyi biliyordu. Ancak ağabeyi kendinden evvel ölürse, ağabeyinin kendinden evvel toprağa verildiğini öğrenirse BELKİ de biraz sükun bulacak, kendisi iyi kötü bir hayat yaşarken toprakta toprak olmuş bir ÖLÜYÜ artık BELKİ de PEK kıskanmayacaktı.
- -(Halit'in eşi Mükerrem) İstanbul varken Zonguldak'ta yaşamayı o, bilhassa böyle havalarda pek acı buluyordu. Bu acılığı da en çok oradan gelen gazetelere her göz gezdirişinde duyar, balolar, konserler, ecnebi truplarının (kumpanyalar) uğraması, Darülbedayi'nin (tiyatro) programıyla büyük sinemalarda değişen filmler, hatta havanın güzelliğine, fenalığına dair haberler ruhundaki hasret ve hicranı büyütür, kendisini talihine karşı adeta isyana götürürdü. -...nefisleri Fransız şirketinin milyonları üstünden bir nevi Zonguldak Kont ve Kontesi yahut Dük ve Düşesi şeklinde görerek, kabul günlerinde herkesin kendi tayin ettikleri yerlerde oturup kendileri tarafından davet edilince söze karışmasını isteyen umum müdürle ve sadece metres olduğu iddia olunan iri yarı madaması... -Nüzhet bütün bu güzelliğiyle bir kız evladı olsaydı, anası belki de kendisini kıskanırdı. Fakat şimdi Nuriye bu kadar güzel bir gencin anası olduğu için kadınlara ve erkeklere karşı ayrı ayrı gurur duyuyordu. Bu gurur kadınlara, "İşte bu bayıldığınız çocuğun anası benim. Sizi hayran eden bu çocuğun hiçbirinizi beni sevdiği gibi sevmesi ihtimali yoktur. Siz onun birkaç günlük oyuncağından ibaretsiniz" dediği gibi erkeklere de, "Kanımdan ve etimden kopup dünyaya gelen bu çocuğu her kadın sizlere tercih edecektir. Onun anası olduğum için ben de sizi onunla beraber yeniyor sayılırım..." diyor gibiydi. -(Nüzhet) "Orta mektepten sonra ne bir liseye girmeyi düşünüyorum, ne de maden mektebine girmeyi. Bu tahsil benim için tamamen kafi. Babamın madenini bizzat idare etmekliğim icap ettiği zamanda ise, istediğim gibi ve istediğim kadar mühendis bulabilirim. Hem o vakte kadar maden mektebi lise mezunlarından birçok mühendis yetiştirir de bu sayede ben de beylere babamdan yahut başka yerlerden şimdi alabildikleri paranın yarısını bile vermem!" -KISKANMAK... Seniha'nın yüreğinde ilk beliren, kendisini ilk duyuran ve hemen her gün daha fazla gelişip büyüyen bir his olmuştu. Halit'le (yakışıklı öz ağabeyi) aralarında sekiz yaş vardı ve onu kıskanmadığı bir zamanı hiç bilmiyordu. ...Çirkinlerin sevilmemeye ve güzeller için daima feda edilmeye mahkum bulunduklarını Seniha pek küçük yaşından itibaren bilmiş, anlamıştı. ...Kuzguna bile yavrusu Anka görünür dendiği halde bu ne biçim bir ana idi ki kızının çirkinliğinden katiyen emin bulunuyor, bunu açıkça ilan ediyordu (ayrıca, emekli Paşa eşi olan annesi oğluna hayrandır ve Seniha'nın çıkan talipleriyle evlenmesine, Halit'in Avrupa tahsili için para gerekli diyerek izin vermemiştir). -İstanbul'un kibar semtlerinden gelen şık ve nazlı hanımefendilerin veya öyle geçinenlerin birkaç ay fasılasız yaşamaya dayanamayarak tebdili hava için sık sık ayrıldıkları ve hele Haziran başlangıcından Ekim sonlarına kadar kalmayı adeta bir haysiyetsizlik ve fakr-ü zaruret (fakirlik ve çaresizlik) itirafı saydıkları bu 1923-1924 Ankara'sını... ...Hemen her evde iki ailenin sıkıştığı ve evli kadınların on dakika uzaktakidairelerinden çıkarak kocalarının eve gelmelerini her an hesap etmeye mecbur bulundukları bu yeni ve küçük hükümet merkezinde... -(Seniha) başkaları ile beraberken de bütün dimağını bu düşünce, sevilmeyen bir koca olan ağabeyinin yakında aldatılan bir koca olacağı ve bu vaziyetin birtakım musibetler doğuracağı düşüncesi işgal ediyordu. Bundan, böyle düşünmekten de ince ve hep renksiz dudaklarına durup dururken bir tebessüm, istihza ve sevinç dolu ve canlı bir tebessüm geliyordu. ...bu sevinç Seniha'yı adeta gençleştirmiş, hatta biraz da güzelleştirmişti. -...bir taraftan masum aşkının derinliğinden ve ebediliğinden bahseden ve bahsederken en hülyalı bir genç kızın şairane edalarını alan bu kadın (Mükerrem), diğer taraftan da bütün hayatlarını aylık, haftalık ve hatta gecelik dostlarla geçirmiş en günahkar mahluklar kadar sevdanın et ve sinir tarafına düşkündü. -(Seniha) "...Hiç güzel olmayanını, herkese benzemeyenini seçerdim. Resimdeğil, bebek değil, erkek seçerdim. Kendi güzelliğini bir saniye unutmayan ve kadına ihsan ettiği dakikaların fevkaladeliğini her an düşünüp hatırlatan bir erkeğe nasıl tahammül edilebilir, anlamaktan acizim!" -Kocasının attığı kurşunlarla Nüzhet'in yüzünün tanınmayacak, korkunç ve iğrenç bir hale geldiğini demin Seniha söylemişti. Ve şimdi, birdenbire, daha gözlerinde belki onun için dökülmüş yaşlar kurumadan, Mükerrem artık aşkının öldüğünü ve delikanlıyı artık sevmediğini anladı. Sade güzelliğinden, çok güzelliğinden dolayı sevmiş ve göğsüne çılgın gibi bastırmış olduğu o eşsiz baş şimdi korkunç ve iğrenç bir şey haline gelince sevgisi de birden tükenmiş ve varlığı sanki boşalmış, kupkuru ve bomboş bir şey olmuştu. -Sevgilisi mezara ve kocası hapse giden genç kadın (Mükerrem) şimdi hayata pek bağlanmış, tatlı canı ve rahatı için ne lazımsa yapmaya karar vermişti. Adeta ağır bir hastalıktan kurtulmuşların nekahat devrinde kendi nefislerine aşık oluşları gibi bir haleti ruhiye içinde yalnız kendini düşünüyor, kendini seviyordu. Hatta yeni vaziyetinden içten içe ve gizliden gizliye belki biraz da memnundu. Aylardan beri ona ıstırap çektiren bir erkekten de, daima emirler veren bir erkekten de aynı zamanda kurtulmuştu. Artık Nüzhet'in kendisini bırakıp başka bir kadına gitmesi ihtimali ile titremeyecek, artık Halit'e hoş görünmek için, bir şeyi sezdirmemek için zahmetlere girişmeyecekti. Artık sade kendi nefsini düşünebilirdi. -(Seniha) ...bu yıl Halit'in hapishanede sürünüp inlediğini düşünmekten artık hiçbir haz almaz olmuştu. Fakat teklifini (İstanbul'daki babadan kalma küçük köşkdeki hissesini, Halit'in beş parasız halinin mecburiyetinden yararlanarak onda bir fiyatına alma teklifi) kabul ettirip Halit'e sadaka fırlatmak zevki olmasaydı bile yine mutlaka Zonguldak'a gelecekti. Çünkü onu hapishaneden çıktığı halde (7 yıl sonra), o zelil ve feci halde görmek saadetinden kendisini elbette mahrum etmek istemez, buna yüreği elbette razı olmazdı (ama eski arkadaşları Halit'e bir iş ayarlamıştır). -Mükerrem'in belki bütün tekmil parasını Halit'e göndermeye hazır oluşu kendisine (Seniha) çok dokunmuştu. Bu katil hala, hala seviliyor, yardım himaye görüyordu. Dostlar kendisine hemen iş, mevki buluyorlardı. ...etrafında muhabbet, sevgi vardı. Bütün hayatını doğdu doğalı başkalarına hasretmiş, feda etmiş (öğretmen) olan Seniha'ya hiç kimsenin vermediği sevgi ve himaye elan ondan esirgenmiyor, yirmi yaşında bir delikanlının katili olduğu biline biline esirgenmiyordu. -(Seniha) KISKANÇLIK ATEŞİ, saldırışlarını, sarışlarını ve kemirişlerini senelerce unuttum sandığı kıskançlık ateşleri ihtiyar kızın bütün benliğini yeniden almış, tamamıyla kaplayıp sarmıştı. Ve Seniha artık bunun hep bu şekilde son nefesine kadar süreceğini çok iyi biliyordu. Ancak ağabeyi kendinden evvel ölürse, ağabeyinin kendinden evvel toprağa verildiğini öğrenirse BELKİ de biraz sükun bulacak, kendisi iyi kötü bir hayat yaşarken toprakta toprak olmuş bir ÖLÜYÜ artık BELKİ de PEK kıskanmayacaktı.
- Şimdi Mükerrem'in yanına yaklaşmış, onu kollarına almıştı. Misli eski Acem minyatürlerindeki genç şehzadelerde görülen ince uzun kaşlarını ve çok uzun kirpiklerini sevgilisinin yanağına sürüyor, "Değmez miyim? Her fedakarlığa değmez miyim?" diye mırıldanıyordu. Kalbinde daha da büyüyen, fakat kine ve nefrete çok benzeyen bir aşkın verdiği heyecan ve asabiyetle Mükerrem kendisini itti, "Bırak, senden, senin bu gururundan iğreniyorum!" dedi. (s. 108)
- Pijamasının ceketini çıkarmış, çıplak tenine ipek gömleğini geçirmeye hazırlanıyordu. Bu omuzları geniş ve bel yeri ince gövdede, eski Yunan heykellerinin mutlak tenasübü vardı. Bazen hiç sevmediğini, hatta nefret ettiğini sandığı gence Mükerrem uzun uzun baktı. Bu derecede güzel olmak muhakkak ki necip ve ilahi bir şeydi. Ve öğünüşü ile Nüzhet hiç de gülünç olmuyordu. Onun yanında kendisine birkaç kere daha gelen ağlamak arzusunu bu sefer o derecede kuvvetli duydu ki, çarçabuk, telaşla hazırlandı. Bir an evvel gidebilirse sanki bir tehlikeden kurtulacakmış gibi bir haleti ruhiye içinde idi. (s. 109)
- "Amma da aptalım ha! Neden oldusu, nasıl oldusu var mı? Seni görüp de sevmemek kabil olur mu? Ne kadar güzelsin Muazzez, ne kadar güzelsin! Bak artık bütün hayatım kahır içinde geçeceği halde yine, 'Keşke seni görmeseydim!' diyemiyorum. Kahrolacaksam da ne beis var! Madem ki gözlerimde senin hayalin yaşayacak!" (s. 82, Eve Düşen Yıldırım)
- Fakat insanlar da, insanların azim ve kararları da engin denizlere düşmüş küçük ve naçiz taş parçalarıdır. (s. 177, Bir Dağ Ve Deniz Hikayesi)