- İnsanların yazımı neden bir saldırı gibi gördüklerini de anlayabiliyorum. Yazımda onları ölüme mahkum eden bir şey olduğunu seziyorlar. Aslında ben bundan çok daha saf dilim. Onları ölüme mahkum etmiyorum. Sadece ölü olduklarını varsayıyorum. İste bunun için bağırdıklarında o kadar şaşırıyorum. Biraz önce elinde nesteriyle üzerinde bir şeyler göstermeye çalıştığı adamın uyandığını gören anatomist kadar şaşırıyorum. Bir düşünün, adam birden gözlerini açıyor, avazı çıktığı kadar bağırıyor, bedeni kıvranmaya başlıyor ve anatomist şaşkınlık içinde :"Bak şu işe, ölü değilmiş!" diyor. Beni eleştirenler veya okuduktan sonra bana bağırıp çağıranlar olunca benim de başıma gelen bu bence. Belli bir mazeret dışında, onların muhtemelen alaycı bir cümle sayacakları ama aslında şaşkınlığımın ifadesi olan bir mazeret dışında, herhangi bir cevap vermekte de hep zorlanmışımdır :" Bak şu işe, ölü değillermiş!" 34-35
- ?Geçmişle ilgileniyorsam yeniden yaşatmak için değil, ölü olduğu için ilgileniyorum.? 36
- Aslında sadece eserimizin son kitabını yazmak için değil, aynı zamanda baş dödürücü bir tavıral -bu baş döndürücülüğün en küçük yazma jestinde dahi olduğuna inanıyorum- dünyanın son kitabını yazmak için yazarız. Doğrusu yazma esnasında yazdığımız şey, bitirdiğimiz eserin son cümlesi, aynı zamanda dünyanın son cümlesidir, ondan sonra söylenecek hiçbir şey yoktur. 49-50
- Yazmak konuşmaktan çok farklıdır. Artık kendimize ait bir yüzümüz olmasın, yazımızın altına saklanalım diye yazarız aynı zamanda. Kağıt yaprağının etrafındaki, yanındaki, dışındaki, uzağındaki hayat, eğlenceli değil sıkıcı ve kaygı yüklü olan, başkalarına gösterilen bu hayat gözümüzün önünde duran ve efendisi olduğumuz o kağıt dikdörtgene dağılsın diye yazarız. Yazmak aslında yalnızca varoluşun değil bedenin de bütün tözünün kalem ve yazının kanallarından kağıdın üstüne ciziktirdiğimiz şu küçücük izlere akıtılmasıdır. Yazarken kurduğumuz hayal, boş kağıt üstüne ciziktirdiğimiz hem ölü hem geveze olan şu karalamalardan ibaret olmak, daha doğrusu sadece onlarda yaşamaktır. Ama uğuldayan hayatın harflerin hareketsiz uğultusu içinde dağılmasına asla ulaşamayız. Kağıdın dışında hayat hep kaldığı yerden devam eder, hep çoğalır, sürer; küçük dikdörtgende sabitlenmez hiç, bedenin ağır hacmi kağıdın yüzeyine yayılamaz bir türlü, o iki boyutlu evrene, o saf söylem çizgisine geçemeyiz asla, metnin çizgiselliğinden ibaret olacak kadar süzülüp incelemeyiz asla, ama varmak istediğimiz hep budur. 50-51
- Öyle sanıyorum ki yazıya zorunluluk niteliğini veren de nefsin, benliğin bu şekilde işaretlere geçirilerek silinmesi, köreltilmesidir. Görüyorsunuz, zevksiz bir zorunluluk, ama sonuçta bir zorunluluktan kaçmak sizi nasıl bunaltırsa, yasayı ihlal etmek sizi büyük bir endişeye gark ederse, o yasaya uymak da en büyük zevk değil midir? Yazma zevki, bence nereden geldiğini de size nasıl kendini dayattığını da bilmediğimiz bu zorunluluğa, her yerden başınızın üstüne sarkan, ağırlığını hissettiren, narsistçe olduğu şüphesiz bu yasaya uymaktır. 51
- ...benim yapmaya çalıştığım şey sadece hem çok dolaysız biçimde mevcut, hem de görünmez olanı ortaya çıkarmaktır. Kafamdaki söylem tasarısı, yakını görmezliğe dair bir tasarıdır. Göremeyeceğimiz kadar yakınımızda olanı, hemen şuramızda olduğu halde başka şeyleri görmek için kullandığımız şeyi ortaya çıkarmak istiyorum. 53
- Deli, firar etme eyleminin olamayacağı gemiye, her şeyin dışındaki büyük belirsizliğe, bin kollu nehir ile bin türlü yoldan ulaşabilecek olan denize emanet edilmiştir. Yolların en özgür, en açık olanında hapistir o. Dörtyol ağzının sonsuzluğuna sıkı sıkıya bağlanmıştır. O, her şeyden önce gelip geçendir. Gemi yolculuğunun tutsağı olarak nasıl ve nereye ayak basacağı bilinmediği gibi, eğer herhangi bir yere ayak basacak olursa da hangi dünyadan geldiği bilinmez. Onun gerçeği ve ülkesi, ona hiçbir zaman ait olmamış iki dünya arasındaki kısır uzaklıktır.
- Düşünce, haz ve acı kadar görülemeyen bir şey. Ama resim bir güçlük getiriyor burada, gören ve görülebilir olarak betimlenen düşünce var.
- Fizyolojinin tıbba kazandırdığını, psikoloji psikiyatriye hiçbir zaman sağlayamamıştır.
- Psikolojinin, deliliğe hiçbir zaman egemen olamamasının iyi bir nedeni vardır. Buna göre, psikolojinin dünyamızda var olabilmesi için deliliğin kontrol altına alınıp sahneden çıkarılmış olması gerekiyordu. Delilik, arada sırada çarpıcı bir şekilde Nerval'in, Artaud'nun, Roussel'in ve Nietzsche'nin eserlerinde tekrardan ortaya çıktığında; bu kez psikoloji sessizleşir ve anlamını, "psikologlar"ın başlı başına varoluşlarının, zahmetli unutuştan dolayı çağdaş insanı cezalandırdığı bu trajik parçalanmadan ve özgürlükten ödünç alan bu dilin karşısında hiçbir söz söyleyemez.