Şibumi, sıradan, olağan görünümlerin altında yatan gizli üstünlükleri anlatır. Şöyle düşün: O kadar doğru bir söz ki, cesaretle söylenmesine gerek yok. O kadar dokunaklı bir olay ki, güzel olmasına gerek yok. O kadar gerçek ki, sahici olmasına gerek yok. Şibumi demek, bilgiden çok anlayış demek. İfade dolu bir sessizlik demek. Kendini kanıtlama gereği duymayan bir alçakgönüllülük demek. Sanatta şibumi zarif bir basitliği ifade eder. Buna sabi denir. Felsefedeyse kendini wabi olarak gösterir. Büyük bir ruhsal rahatlıktır ama pasiflik değildir. Bir insanın kişiliğindeyse... nasıl söylemeli... hâkimiyet peşinde olmayan otorite mi? Onun gibi birşey.
(...)
Kişikava-san çay masasının altından küçük bir tahta kutu çıkardı. Kutu bir beze sarılıydı. Bunu Nicholai'nin eline verdi. Bir veda armağanı. Küçük birşey.
(...)
Nicholai başını eğerek armağanı kabul etti, paketi avuçlarının içinde şefkatle tuttu. Şükranını yetersiz kelimelerle ifade etmeye kalkışmadı. Bu onun şibumi yolunda ilk denemesiydi.
(Shibumi, sir? Nicholai knew the word, but only as it applied to gardens or architecture, where it connoted an understated beauty. How are you using the term, sir?
Oh, vaguely. And incorrectly, I suspect. A blundering attempt to describe an ineffable quality. As you know, shibumi has to do with great refinement underlying commonplace appearances. It is a statement so correct that it does not have to be bold, so poignant it does not have to be pretty, so true it does not have to be real. Shibumi is understanding, rather than knowledge. Eloquent silence. In demeanor, it is modesty without pudency. In art, where the spirit of shibumi takes the form of sabi, it is elegant simplicity, articulate brevity. In philosophy, where shibumi emerges as wabi, it is spiritual tranquility that is not passive; it is being without the angst of becoming. And in the personality of a man, it is ... how does one say it? Authority without domination? Something like that.
Nicholai's imagination was galvanized by the concept of shibumi. No other ideal had ever touched him so. How does one achieve this shibumi, sir?
One does not achieve it, one ... discovers it. )
Diğer Trevanian (Rodney William Whitaker) Sözleri ve Alıntıları
Benim söylemeye duyduğum ihtiyaç, onun işitmeye olan ihtiyacından fazlaydı.
Terbiye her zaman için merhametten de, sadakatten de, yardımdan da, içtenlikten de daha güvenilir bir şeydi. Tıpkı hak yememenin, karşıdakine eşit şans tanımanın adaletten önemli olması gibi. Büyük sayılan değerler, baskı altına girdiklerinde türlü mantık oyunlarıyla çözülüverirlerdi. Ama terbiye, terbiyeydi. Koşullar ne olursa olsun, hiçbir zaman değişmezdi.
Genaral'e göre şibumi bir tür teslim oluştu; Nicholai'nin gözündeyse bir tür kuvvet. Her ikiside kendi kuşaklarının kölesiydiler...
Kalabalığın çıkardığı gürültü mantıksızdır ama kulakları sağır edecek kadar güçlüdür. Beyinleri yoksa da; binlerce kolları vardır. Bunları seni yakalamak, çekmek, aşağıya indirmek ve batırmak için kullanırlar.
Gerçeğe karşı kazanılacak iki saatlik narkoz için, yani eylem ve ölüm dünyasında kısa bir güven süresi kazanmak için, insan bir iki dakikalık gerçekçi gözleme dayanabilmeli. Söylenenler doğru olsa da, olmasa da...
İnsanın gelişimi dediğimiz komedinin bir aşamasında, huzur ve selametin düzen ve teşkilat tarafından bulunduğu varsayılmış, öyle sanılmıştı. Tabii bütün Batılı kahramalar da, çevrelerine adamlarını toplayıp düşmana, yani boşluğa düzensizliğe saldırdılar. Şimdi yeni öğreniyoruz ki asıl düman boşluk değil, düzen ve teşkilatmış. Ayrılık değil benzerlikmiş. Durmak değil ilerlemekmiş. Şimdi yeni çıkan kahraman, yani anti-kahraman, saldırısını bu düşmana doğru yapmaktadır. Teşkilata saldırmakta sistemleri yok etmeye uğraşmaktadır. İnsan ırkının selametinin o nihilist yönde yattığını artık biliyoruz. Ama ne kadar uzakta yattığını bilmiyoruz.
"senin orta düzeydeki kimselere karşı duyduğun aşağılıyıcı nefret, onlardaki geniş, kapsamlı kuvveti görmene engel oluyor. sen kendi parlaklığının orta yerinde dururken, gözlerin öylesine kamaşıyor ki, odanın kuytu, karanlık köşelerini göremiyorsun. oralarda kalabalıkların, beyinsiz insan kalabalığının ne tehlikeler hazırladığını görecek şekilde gözlerini ayarlayamıyorsun. ben sana bunları söylerken bile, sevgili öğrencim, sen kendinden yeteneksiz kişilerin, sayıları ne kadar çok olursa olsun, seni yenebileceklerine inanmakta güçlük çekiyorsun. oysa biz artık orta düzeydeki insanların çağında yaşıyoruz. orta düzeydeki insan sıkıcı, renksiz, aptal gibi görünür... fakat ölümsüz tekdüzeliğine devam eder, hiç bıkmaz. amipler her zaman kaplanlardan çok yaşar. çünkü durmadan bölünür, yenilenirler. o ölümsüz tekdüzelikleriyle. kalabalıklar zorbaların en sonuncusu olacaktır. gözlerini bir an için sanata çevir. bak, kabuki can çekişirken, no beri yanda sürünürken, şiddet romanları kalabalıkları nasıl peşinden sürüklüyor. dikkat edersen hiçbir yazar romanına kahraman olarak gerçekten üstün bir insan tipi seçmeye cesaret edemiyor. çünkü seçerse, kalabalığın içindeki orta düzeydeki insan öfkelenecek, utanacak, ve kendisini savunması için kendi yojimbo'-sunu, yani eleştirmenleri ortaya sürecektir. kalabalığın çıkardığı gürültü mantıksızdır ama, kulakları sağır edecek kadar güçlüdür. beyinleri yoksa da, binlerce kollan vardır. bunları seni yakalamak, çekmek, aşağıya indirmek ve batırmak için kullanırlar."
"hala go'dan mı söz ediyoruz, hocam?"
"evet, go'dan. ve onun gölgesi olan hayattan."
"o halde bana ne yapmamı öğütlersin?" "onlarla temastan kaçın. kendini bir terbiye örtüsünün altına sakla. onlara aptal ve uzak görün. içlerine girme. ayrı yaşa ve şibu-mi'yi incele. hepsinden önemlisi de, seni çeşitli yemler kullanarak öfkeye ve saldırıya itmelerine izin verme. saklan, nikko."
geçmiş denilen şey,gelecekten arındırıldığı anda bir yığın önemsiz ayrıntı haline geliyordu,içinde organik hiç bir şey kalmıyordu,güçlü olan,acı veren hiç bir şey
"Gülüyorum, ama pek seyrek gülümsüyorum. Beklentilerim var, ama umutlarım yok. Esprilerim var, ama mizahım yok. Çok atağım ama hiç cesaretim yok. Açık sözlüyüm ama içtenliğim yok."
"Zaman zaman babama acıdığımı hissederdim.
Ona kendisini çok sevdiğimi söylemediğim için.
Ama aslında kendime acıyordum.
Benim söylemeye duyduğum ihtiyaç, onun işitmeye olan ihtiyacından fazlaydı."
Emin Çölaşan
Emre Kongar
Lisa Kleypas
Christy Brown
Ece Ayhan
Maeve Binchy
Ceyhun Yılmaz
Nilgün Marmara
Orhan Pamuk
Debbie Macomber