ve onlara Orta ya da Doğu Avrupa'daki savaştan her bahsettiğimde, bana her zaman savaş henüz başlamadan İsviçre'ye geldiklerini, savaşı ve yaşanan vahşeti sadece radyodan ve gazetelerden dolaylı yoldan öğrendiklerini belirttiler. Ben de özellikle toplama kamplarının konuşlandırıldığı bir ülkeyi esas alarak, 1939 ile 1945 arasında yalnız askeri harekatlarda bir milyon kişinin hayatını kaybettiğini ancak toplam beş buçuk milyon insanın bu kamplarda can verdiğini anlattım. Bu insanların üç milyonundan fazlası Museviler'di ve bu sayının üçte biri de daha on altı yaşlarını doldurmamıştı. Bu ölümler istatistiki olarak her bin kişiden iki yüz yirmisinin öldüğü anlamına geliyordu. Ve daha kaç milyonun sakat bırakıldığını, travmaya maruz kaldığı yahut gerek maddi gerekse manevi yıkıma uğratıldığını da hesaplamak mümkün değildi. Beni dinleyenler sözlerimi kibarca onayladılar, ama her zaman için kamplarla ve gaz odalarıyla ilgili raporların tiraj peşinde koşan gazeteciler tarafından abartılıp, süslenip püslendiğini düşündüklerini de itiraf ettiler. Ama ben Doğu Avrupa'da o tarihlerde çocukluğumu ve ilk gençliğimi geçirdiğimi anlatarak gerçek olayların en korkunç fantezilerden daha da acımasız olduğu konusunda onları ikna ettim. Eşimin tedavisi için hastanede kaldığı günlerde, bir araba kiralayıp, kafama göre etrafı gezerdim. Bu esnada çok güzel döşenmiş İsviçre yollarında, çelikten ve betondan yapılmış olan ve olası bir işgalde tankların ilerlemesini engelleyecek olan tank tuzaklarını gördüm. Burada hâlâ daha hiç teşebbüs edilmemiş bir işgale karşı bir savunma olarak durmaktaydılar, aynı oteldeki yaşlı sürgünler gibi eski zamanlara ait ve amaçsızlardı.
Diğer Jerzy Kosinski Sözleri ve Alıntıları
- Önde koşmak arkada kalmak kadar tehlikeliydi. Her yanlış adım hareketi yavaşlatır, her düşen öz kardeşlerinin ayakları altında ezilirdi...oysa hepimiz yalnız olduğumuzu, gavrilaların mitkaların ve öteki dostların, yaşantımızdan gelip geçtiğini bilmeli, anlamalıydık. insanlar anlaşamadıklarına göre, dilsizliğin de önemi yoktu. birbirleriyle takışır, birbirlerinden hoşlanır, öpüşür ya da tepişirlerdi. ama herkes yine kendisini düşünürdü. coşkularımız, anılarımız, duygularımız sazdan perdelerin ırmağı kıyıdan ayırdığı gibi bizi birbirimizden uzak tutuyordu. dikkati çekecek kadar yüksek ama göğe erişmeyecek kadar alçak karlı dağ tepeleri gibi, aşılmaz vadilerin ötesinden birbirimize bakıyorduk.
- Önde koşmak arkada kalmak kadar tehlikeliydi. Her yanlış adım hareketi yavaşlatır, her düşen öz kardeşlerinin ayakları altında ezilirdi...oysa hepimiz yalnız olduğumuzu, gavrilaların mitkaların ve öteki dostların, yaşantımızdan gelip geçtiğini bilmeli, anlamalıydık. insanlar anlaşamadıklarına göre, dilsizliğin de önemi yoktu. birbirleriyle takışır, birbirlerinden hoşlanır, öpüşür ya da tepişirlerdi. ama herkes yine kendisini düşünürdü. coşkularımız, anılarımız, duygularımız sazdan perdelerin ırmağı kıyıdan ayırdığı gibi bizi birbirimizden uzak tutuyordu. dikkati çekecek kadar yüksek ama göğe erişmeyecek kadar alçak karlı dağ tepeleri gibi, aşılmaz vadilerin ötesinden birbirimize bakıyorduk.
- "Garip kuşlardı leylekler. Günün birinde, yuvasını düzeltmeye kalkışınca dişi leyleğin kendisine nasıl saldırdığını anlatmıştı Lekh. O da öcünü, kuluçkaya yatan leyleğin yumurtalarının arasına bir kaz yumurtası koymakla almıştı. Yavrular yumurtadan çıkınca erkek ve dişi leylek bu garip yaratığa şaşkınlıkla bakmışlardı. Kısa, çarpık bacaklı, biçimsiz bir şeydi yavrularından biri. Yamyassı bir gagası vardı. Dişisinin kendisini aldattığına inanan baba leylek yavruyu öldürmeye kalkıştı. Dişi leylekse yavruyu kurtarmak gereğine inanmıştı. Erkeğinin elinden kurtarmak için damdan avludaki samanların arasına yuvarlamıştı zavallıyı. Bununla aile kavgası sona ermişe benziyordu. Ama göç çağı gelince, leylekler toplanıp görüştüler. Uzun süren tartışmalardan sonra, dişinin kocasını aldattığı, onunla gelemeyeceği kararlaştı. Ardından da kararın uygulanışına geçildi. Kocasını aldattığına inanılan dişi, gaga ve kanat vuruşlarıyla öldürüldü. Erkeğiyle birlikte yaşadığı damın altında bulundu ölüsü. Yanında çirkin bir yavru iki gözü iki çeşme ağlıyordu."
- İnsan olmak büyük bir başarı, nemli bir aşamadır. Herkes, kavgasını içinde taşır. Bunu benimsemek kendi yasalarına göre tek başına kazanmak ya da kaybetmek zorundadır.
- Kör olunca hayat boyu gördüklerini de unutur muydu acaba insan? Düş bile göremezdi belki o zaman. Eğer kör kişi, belleğinin gözlerini de yitirmişse bu iş o kadar önemli sayılmazdı. Dünya her yerde birdi nasılsa. Hayvanlar ve bitkiler gibi insanlar birbirlerinden ayrılıyordu şüphesiz. Ama yıllar boyu onları görüp tanıdıktan sonra nasıl oldukları kestirilirdi.
- Ne yağmurun, ne rüzgârın, ne de ateşin işlenen suçların izlerini silmeyeceğine inanılırdı. Adalet, bir demircinin elindeki güçlü çekiç gibi asılıydı dünyamızın üstünde.
- Bir atasözü, gece bütün kedilerin kara olduğunu söyler. İnsanlar için doğru değildir bu. Tersine, gündüz hep aynı işleri yapıp birbirine benzeyen insanlar gece olunca tanınmazlar
- "Barış isteyen gözünü dört açar."
- "...Oysa yazgı diye bir kavram kabullenecekse, yıldız falcılığına, el falına, ya da sansasyonel romanlara inansın daha iyi. Bunların hepsi de insanın hayatının önceden belirlendiğini ve geriye yaşamaktan başka bir şeyin kalmadığını varsayarlar."
- "Çocukken doğanın bir yanlışlık yaptığını biliyordum." dedi. "Bir kıza benzemeye ve anlamadığım gereksinimlerin dürtüsüyle hareket etmeye başladığımı hissediyordum. On iki yaşıma geldiğimde, her gün en az iki üç dakika aynamın önünde kız giysilerine bürünüp makyaj yapmakla ya da takma saç giymekle uğraşırdım. Cinsiyetimi değiştirmeyi düşündüm. Fakat müslüman ülkelerinde kadınlar hayvanlar gibi mal sayılır." Acı acı güldü.
"Dişi olarak doğmuş olmak zaten kötüdür. Hele aklı başında bir erkeğin dişisi olması hiç akla sığacak şey değildir."