Sohrab yanımdaydı, dizlerini göğsüne çekmişti. Ezanı dinledik, gün ışığı solarken, bir anda yanıveren yüzlerce ampulün aydınlattığı camiyi seyrettik. Karanlıkta bir elmas gibi parıldıyordu. Işığı gökyüzüne, Sohrab'ın yüzüne vuruyordu. Hiç Mezar-ı Şerife gittin mi? diye sordu, çenesini diz-kapaklarına dayarken. Çok uzun zaman oldu. Pek anımsayamıyorum. Ben küçükken babam beni götürmüştü. Annemle Sasa da gelmişti. Baba bana pazardan bir maymun aldı. Gerçek maymun değil, şu şişirilenlerden. Kahverengiydi, bir de papyonu vardı. Çocukken galiba bende de bir tane vardı. Babam beni Mavi Cami'ye götürdü, dedi Sohrab. Mescif in önünde öyle çok güvercin vardı ki; insanlardan hiç korkmuyoriardı. Üstümüze geliyorlardı. Sasa bana bir parça nan verdi, kuşlara attım. Güvercinler az sonra her yanımı sardılar. Çok eğlenceliydi. Annenle babanı kimbilir ne kadar özlüyorsundur, dedim. Taliban'ın onları sokağa sürükleyişini görmüş müydü acaba? Umarım görmemiştir, dedim içimden. Sen özlüyor musun, peki? diye sordu; yanağını dizine dayayıp başım bana çevirdi. Özlüyor muyum? Eh, annemi hiç tanımadım. Babam da birkaç yıl önce öldü. Evet, onu özlüyorum. Bazen, burnumda tütüyor. Yüzünü anımsıyor musun? Baba'nın kalın boynunu, kara gözlerini, söz dinlemez, kahverengi saçlarını düşündüm. Kucağına oturmak, bir çift ağaç kütüğüne oturmak gibiydi. Anımsıyorum, dedim. Kokusunu da. Ben yüzlerini unutmaya başladım, dedi Sohrab. Bu çok mu kötü? Hayır. Zaman bunu hep yapar. Aklıma bir şey geldi. Ceketimin cebine uzandım. Polaroid fotoğrafı çıkardım. Al, dedim. Fotoğrafı yüzüne iyice yaklaştırdı, camiden yayılan ışığa doğru çevirdi. Uzun uzun baktı. Ağlayacağını sandım ama ağlamadı. Yalnızca sıkı sıkı tuttu, parmağını yüzeyinde gezdirdi. Bir yerde okuduğum ya da birinden duyduğum bir cümleyi anımsadım: Afganistan'da çocuk çok ama çocukluk yok. Polaroid'i bana geri uzattı. Sende kalsın, dedim. O senin. Teşekkür ederim. Bir kez daha fotoğrafa baktı, yeleğinin cebine soktu. Araba parkına giren bir faytonun klop-klop'lan duyuldu. Atın boynundaki minik çanlar her adımda sallanıyor, şıngırdıyordu. Son zamanlarda hep camileri düşünüyorum, dedi Soh-rab. Öyle mi? Neden? Omuz silkti. Yalnızca düşünüyorum. Yüzünü kaldırdı, doğruca bana baka. Şimdi ağlıyordu; usulca, sessizce. Sana bir şey sorabilir miyim, Emir Ağa? Elbette. Şimdi Allah... diye başladı, sonra tıkandı. Allah o adama yaptığım şey yüzünden beni cehenneme atar mı? Ona doğru uzandım, irkildi. Elimi çektim. Hayır. Kesinlikle hayır, dedim. Onu kendime çekmek, kucaklamak, dünyanın asıl ona kötü davrandığını söylemek istedim. Yüzü seğirdi; toparlanmak için kendini zorladığı her halinden belliydi. Baba, kötülerin bile canını yakmanın günah olduğunu söylerdi. İstemeden kötü olmuşlar, bazen de dü-zelirlermiş. Her zaman değil, Sohrab. Soran gözlerle bana baktı. Senin canını yaktığın adamı yıllar Öncesinden tanıyorum. Aramızdaki konuşmadan anlamışsındır zaten. O... o bir keresinde bana zarar vermeye çalışmışa; senin yaşındaydım. Ama baban beni kurtardı. Baban çok cesurdu, beni sürekli beladan kurtarır, büyük bir cesaretle savunurdu. Bir gün o adam, benim yerime babanm canım yaktı. Ona çok... çok büyük bir kötülük yaptı ama ben... ben babanın yapağını yapamadım, onu kurtaramadım. Biri neden babama zarar vermek istesin ki? dedi Soh-rab, hırıltılı bir fısıltıyla. O hiç kimseye kötülük yapmadı. Haklısın. Baban iyi bir insandı. Ama sana anlatmaya çalıştığım da buydu, Sohrab can. Bu dünyada kötüler var; bazen kötüler hep kötü kalır. Bazen onların karşısına dikilmen gerekir. O adama yaptığın şey, benim uzun zaman önce yapmam gereken şeydi. Hak ettiği dersi verdin; inan bana, çok daha beterini hak etmişti. Baba bana kızmış mıdır, dersin? Hayır, dedim. Kabil'de benim hayatımı kurtardın. Bu yüzden seninle gurur duyduğuna eminim. Gömleğinin yeniyle yüzünü sildi. Bu, dudağındaki tükürük baloncuğunu söndürdü. Yüzünü ellerinin arasına gömdü, uzunca bir süre ağladı. Baba'yi özlüyorum, annemi de, dedi sonra, çadak bir sesle. Sasa'yı, Rahim Han Efendi'yi özlüyorum. Ama bazen burada olmadıkları... olmadıklarına seviniyorum. Neden? dedim koluna dokunarak. Hemen geri .çekildi. Çünkü... dedi, hıçkırıkların arasında, kesik kesik, çünkü beni görmelerini istemiyorum... Öyle kirliyim ki. Hıçkırdı, soluğunu uzun, hışırtılı bir iniltiyle salıverdi. Pisim ve günah doluyum. Sen kirli değilsin, Sohrab, dedim. O adamlar... Sen kesinlikle kirli değilsin. ... onların yaptıkları.., kötü adamla öteki ikisi... onlar bana... bazı şeyler yaptılar. Kirli değilsin, günahkâr da değilsin. Yeniden koluna dokundum, yine çekti. Bir daha uzandım, yavaşça, tadılıkla onu kendime çektim. Sana zarar vermeyeceğim, diye fısıldadım. Söz veriyorum. Biraz direndi. Sonra, gevşedi. Ona sarılmama izin verdi, başını göğsüme yasladı. Kollarımın arasındaki küçük bedeni her hıçkırıkta kasılıyordu. Aynı memeden emen kişiler arasında bir kan bağı oluşur. Şimdi, gözyaşlarıyla gömleğimi ıslatan bu çocuğa bakarken, bizim aramızda da bir kan bağının kök saldığını görebiliyordum. O odada, Asefle yaşadıklarımız bizi bir daha hiç kopmamacasına bağlamıştı.
Diğer Khaled Hosseini Sözleri ve Alıntıları
- "...Yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar, hırsızlığın bir çeşitlemesidir."
- "Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun."
- Yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar, hırsızlığın bir çeşitlemesidir. Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun .
- "Pusulanın hep kuzeyi gösteren ibresi gibi, bir erkeğin suçlayan parmağı da daima, bir kadını gösterir. Her zaman. Bunu hiç unutma Meryem..''
- "Bu kentin ne çatılarını ışıldatan ayları sayabilirsin,
Ne de duvarlarının gerisine gizlenen bin muhteşem güneşi." - YAŞAM BİR TRENDİR ATLA
- ''Yalanla kendini kandırmaktansa
gerçekle yüzleşmek iyidir.'' - Tıpkı şairin dediği gibi; Aşkın en pürüzsüz göründüğü an, dertler bastırıverdi.
- ..Yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar, hırsızlığın bir çeşitlemesidir."
"Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış olursun. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun." - " Meryem elleri dizlerinin arasında, kanepede yattı, camın önünde girdap gibi dönen, çevrilen tipiyi seyretti. Aklına Nana'nın bir keresinde söylediği bir şey geldi; her bir kar tanesinin. dünyanın bir yerinde haksızlığa uğrayan bir kadının ağzından dökülen bir ah olduğunu.Bütün bu iç geçirmeler gökyüzüne yükseliyor, bulutlar halinde toplanıyor, sonra minicik parçalara bölünüp sessizce aşağıya, insanların üstüne yağıyordu.
Bizim gibi kadınların neler çektiğinin göstergesi, demişti.Başımıza gelen her şeye nasıl sessizce katlandığımızın. "