Siyaset dünyası temelde içgüdüsel seviyededir. Orman yasalarına aittir: Güçlü olan haklıdır. Politikaya ilgi duyan insanlar da en vasat olanlardır. Siyasetin sadece tek bir özelliğe ihtiyacı vardır. Bu da çok derin bir aşağılık duygusu. Politika neredeyse tek bir matematiksel formüle indirgenebilir: Politika güç arzusudur. Friedrich Nietzsche, Güç Arzusu adında bir kitap bile yazmıştır. Güç arzusu birçok şekilde kendini tanımlıyor. Ancak burada politikanın, senin siyaset olarak anladığın şeyle kısıtlı olmadığını anlaman gerekiyor. Ne zaman biri bir güç kazanma manevrası yapıyorsa, orada politika vardır. Bunun devletle, hükümetle ve bunun gibi şeylerle bir ilgisi yoktur. Benim için politika kelimesi normalde anlaşılandan daha kapsamlı bir şeydir. Erkekler tarih boyunca kadınlar üzerinde bir politik strateji uygulamış ve kadınların erkeklerden daha düşük seviyede olduğunu söylemiştir. Hatta bu konuda kadınları bile ikna etmişlerdir. Kadınların çaresizlik yüzünden bu çirkin ve tamamen saçma olan fikri kabullenmek zorunda kalmasının bazı nedenleri vardır. Kadınlar ne erkeklerden düşüktür, ne de onlardan üstündür. Onlar insanlığın tamamen farklı iki kategorisidir, kıyaslanamazlar. Onları kıyaslama düşüncesi bile aptalcadır ve kıyaslamaya başladığın zaman, işin içinden çıkamazsın. Neden dünyanın her yerinde kadınlar erkeklerden daha aşağı olarak görülmüştür? Çünkü ancak bu şekilde onları zincirlemek ve köleleştirmek mümkün oluyordu. Böyle daha kolay oluyordu. Eğer eşit olsaydı, o zaman sorun çıkardı. Onu, daha aşağı bir insan türü olduğuna şartlandırmak gerekiyordu. Bunun için ortaya koyulan nedenler ise şunlardı: Kas gücünün daha düşük olması, boyunun daha kısa olması, herhangi bir felsefe ya da teoloji üretmemiş olması; bir din başlatmamış olması. Çok sayıda önemli kadın sanatçı, müzisyen ve ressam olmaması ve bunun da onların yeterince zeki ve entelektüel olamadıklarını göstermesidir. O, hayatın daha üst sorunlarıyla ilgilenmez; ilgileri sınırlıdır; o sadece bir ev kadınıdır. Şimdi bu şekilde kıyasladığın zaman, bir kadını daha alt seviyede olduğuna ikna edebilirsin. Ancak bu kurnazca bir yöntem. Kıyaslanacak başka şeyler de bulunuyor. Bir kadın bebek doğurabilir, bir erkek bunu yapamaz. Erkeğin daha alt olduğu kesin; bir anne olamıyor. Doğa, erkeklerin daha aşağı düzeyde olduğunu bildiği için ona böyle bir sorumluluk vermemiştir. Sorumluluk her zaman daha üst düzeyde olanda bulunur. Doğa erkeğe bir rahim vermemiştir. Hatta erkeğin doğum olayındaki işlevi küçük bir enjeksiyondan başka bir şey değildir; anlık bir işlev. Annenin ise bebeği 9 ay karnında taşıması gerekiyor ve bütün sıkıntısını o üstleniyor. Bu kolay bir iş değil! Sonra bir de onu doğuruyor. Bu sanki birinin ölümden dönmesi gibi bir olay. Sonra bu çocuğu yıllarca büyütüyor. Kadınlar geçmişte de sürekli çocuk doğuruyordu. Ona büyük bir müzisyen, şair ya da ressam olmak için ne kadar vakit bıraktın? Ona hiç vakit tanıdın mı? Ya sürekli hamileydi ya da daha önce doğurmuş olduğu çocuklarla ilgileniyordu. O evi çekip çevirirken, sen daha yüksek şeylerle ilgilenme fırsatı buluyordun. Sadece bir günlüğüne, sadece 24 saatliğine işlerinizi değiştirin. Bırak o düşünsün, şiir ya da müzik yaratsın ve 24 saat boyunca sen çocuklarla ilgilen; yemekleri yap ve evi düzenle. O zaman kimin daha üstün olduğunu görürsün. Bu kadar çok çocukla uğraşmanın, akıl hastanesinde yaşamak gibi olduğunu sana ispat etmek için 24 saat yeterli olacaktır. Onlar göründükleri kadar masum değillerdir. Onlar düşünemeyeceğin kadar yaramazdır ve hayal bile edemeyeceğin yaramazlıklar yaparlar. Seni bir an bile rahat bırakmazlar; sürekli ilgi isterler. Belki de bu doğal bir ihtiyaçtır. İlgi bir gıdadır. Sadece tek bir gün bütün aile ve konuklar için yemek pişirdiğin zaman bile o 24 saatin bir cehenneme dönüşecek ve o zaman erkeklerin üstün olduğu fikrini unutacaksın. Çünkü o 24 saat boyunca tek bir an bile teoloji, felsefe ve din düşünemeyeceksin. Diğer açıları da göz önüne alman gerekir. Kadınlar erkeklerden daha dayanıklıdır. Bu bilimsel olarak kabul edilmiş bir bulgudur. Kadın, erkekten daha az hasta olur; erkeklerden daha uzun yaşar, 5 yıl daha fazla. Bizim aptal toplumumuzda ise kadının kocasından 4 - 5 yıl daha genç olmasına karar verilmiştir. Sadece koca daha deneyimli ve büyük olsun ki, üstünlüğünü kabul ettirebilsin diye. Ancak bu tıbbi açıdan uygun değil çünkü kadın 5 yıl daha fazla yaşayacaktır. Eğer tıbbi olarak düşünürsek, kadın kocasından 5 yıl yaşlı olmalı ki, ikisi de yakın zamanlarda ölsün. Bir taraftan erkeklerin 4 - 5 yaş büyük olması gerekiyor ve diğer taraftan birçok kültür ve toplumda kadınların bir daha evlenmesine izin verilmiyor. Tekrar evlenebilmesi çok yeni bir olay ve bu bile sadece gelişmiş ülkeler için geçerli. Eğer tekrar evlenmesine izin vermiyorsan en az 10 yıl boyunca dul kalacak. Bu tıbben sağlıklı bir şey değil. Matematiksel olarak da doğru değil. Neden bir kadını 10 yıl dul kalmaya zorluyorsun? Bunu çözmenin en iyi yolu kadının erkekten 5 yıl daha büyük olmasıdır. Bu bütün sorunu çözer. O zaman dulluk neredeyse ortadan kalkar. Şimdi, eğer bir kadın erkekten 5 yıl daha fazla yaşıyorsa, o zaman kim daha üstün? Eğer daha az hasta oluyorsa, daha dirençliyse, o zaman kim daha üstün? Kadınların intihar oranı erkeklerden %50 daha az. Aynı oran delilik için de geçerli. Kadınların delirme oranı erkeklerden %50 daha azdır ama bu olgular hiç gündeme getirilmemiştir. Neden? Neden erkeklerin intihar oranı kadınlardan 2 kat daha fazla? Anlaşılan hayata karşı çok daha sabırsızlar. Çok daha sabırsız, arzulu ve beklentililer ve işler istediği gibi gitmediği zaman kendi işini daha kolay bitirebiliyor. Sinirlerini çok çabuk bozuyor. Bu bir zayıflık göstergesi: Hayatının sorunlarını çözecek cesarete sahip değildir. İntihar korkakça bir eylemdir. Sorunları çözmek yerine, onlardan kaçmış oluyorsun. Kadınların daha çok sorunu var. Kendi sorunları ve erkeklerin onlar için yarattığı sorunlar. Onların iki kat daha fazla sorunu var ancak yine de bütün sorunlarıyla cesaretle yüzleşir. Bir de onun daha zayıf olduğunu söylüyorsun. Neden deliren erkeklerin sayısı kadınlardan iki kat fazla? Bu erkeklerin akıl malzemesinin güçlü olmadığını gösterir. Her an çökebiliyor. Peki neden sürekli kadınların daha aşağı olduğu vurgulanıyor? Bu bir politikadır. Bu bir güç oyunudur. Eğer bir ülkenin başkanı olamazsan... bu kolay değil çünkü çok büyük bir rekabet var. Bir Mesih olamazsın çünkü bu da o kadar kolay değil; Mesih olmayı düşündüğün an, çarmıha gerilme sahnesi gözüne gelir.
Diğer Osho Sözleri ve Alıntıları
- Sevgi eğitim gerektirmez ve dostluk öğrenmen gereken bir şey değil. Öğrenilmiş bir dostluk, dostluk değil sadece sömürü olur.
- Kutlamak için doğan birinin sadece ıstırap çekmek için yaşaması çok tuhaf. Ağaçlar bile daha talihli, vahşi hayvanlar daha mutlu, gökteki kuşlar daha vecd içinde. Sadece insan ağır zincirlerini sürüklüyor ve her gün yükü daha da ağırlaşıyor.
- Herkesin kendine özgü eşsizliği vardır: Buda'nın kendine özgü eşsizliği, sizin kendinize özgü eşsizliğiniz vardır. Ne o sizi izlemeli, ne de siz onu. İzlemek taklit etmektir.
- Şimdi bilim adamları dünyadaki en alçakgönüllü insanlar, çünkü bilmenin imkansız olduğunu biliyorlar.
- Bir yalan çok tekrarlandığında gerçek gibi görünmeye başlar.
- Sokrat "Kendini tanı" der. Diğer her şey ikinci sıradadır. Kendinizi tanıyınca bencil olmayabilirsiniz. Esasında bencil olmazsınız; bunun için çaba göstermezsiniz. Kendinizi tanıyarak sadece kendinizi değil başkalarının özünü de tanırsınız. Bu aynı şeydir. Bu tek bilinç, tek kıtadır. İnsanlar ada değildir.
- Suçluluk en büyük ruhsal hastalıklardan biridir.
- İnsan tanrıyla şeytan, iyiyle kötü arasına sıkışmıştır.
- Yaşam kısa değil, sonsuzdur. Varoluşun acele içinde olduğunu gördün mü hiç? Mevsimler zamanında gelir, çiçekler zamanı gelince açar, ağaçlar hayat kısa diye hızla büyümek için koşuşturmazlar. Tüm varoluş, yaşamın sonsuzluğunun farkında gibi görünür.
- Buda çok sıcak bir yaz günü bir köyden diğerine giderken susadı.Artık yaşlanmıştı ve bu nedenle müridi Ananda'ya seslendi: "Ananda.Üzgünüm ama geri gitmen gerek.İki ya da üç mil geride küçük bir dere var.Ben çok susadım.Git ve bana su getir."
Ananda bunun üzerine "Üzülmene gerek yok.Sana her türlü hizmeti zevkle yaparım.Bunu yaptığım için ben sana minnettarım, senin minnettar olmana gerek yok.Sen bu ağacın altında dinlen Ben şimdi gidiyorum,"dedi.
Geri gitti.Çok kısa bir süre önce oradan geçtikleri için derenin nerede olduğun tama olarak biliyordu.Derenin yanından geçtiklerinde suyun oldukça temiz olduğunu görmüştü.Dere berrak bir dağ kaynağından geliyordu.Ama su almak için geri gittiğinde iki tane kağnının oradan geçmiş olduğunu ve bütün suyun çamura bulandığını gördü.Dipteki bütün çamur yüzeye çıkmıştı.Eski sararmış yapraklar suda yüzmekteydi.Buda'nın bu suyu içmesini istemedi ve bu nedenle geri gidip Buda'ya "Durum bu şekilde.O suyu sana getiremedim.Ama tasalanma.Dört mil daha gidersek yeniden dinlenebilirsin.Orada büyük bir nehir var.Ondan sana su getireceğim.Her ne kadar geç olsa da ve susamış olsan da elimden başka ne gelebilir ki?" dedi.
Buda "Hayır.O derenin suyunu istiyorum.Zamanını boş yere harcamışsın.Suyu yine de getirmen gerekirdi,"diye karşılık verdi.
"Ama" dedi Ananda "Su kirli ve çamurluydu.Sararmış yapraklar her yeri kaplamıştı.Böyle bir suyu nasıl getirebilirim?"
Buda " Geri git ve suyu getir," dedi.
Üstadı öyle söylediği için Ananda istemeyerek de olsa geri gitti ve gördüğü şey karşısında şaşkınlığa düştü.Aradan geçen zaman içinde yapraklar sürüklenip gitmişti.Derenin suyu akmaya devam ettiği için yapraklar temizlenmiş, yüzeydeki toz ve çamur da yeniden dibe çökmüştü.Geriye çok az kısmı kalmıştı.Ama Ananda verilen mesajı aldı.Derenin kenarında oturdu.Buda'nın "geri git" derken kastettiği şey işte buydu: "Geri git ve böylece her şeyin değiştiğini gör."Eğer en baştan orada biraz beklemiş olsaydı suyun yeniden berraklaştığını görebilirdi.
Biraz daha bekledi ve iyice berraklaşan sudan alıp Buda'ya götürdü.Buda, "Ananda mesajı aldın mı?" diye sordu.
Ananda ağlayarak "Evet, aldım.Aslında sana söylememiştim.Oraya gittiğimde olan her şeyi gördüm.İki tane kağnı önümden geçti ve dereyi aştılar.Ben de dereye gittim ve çamurun dibe çökmesini sağlamaya çalıştım.Ne kadar uğraştıysam, su o kadar bulanıklaştı.İçinde attığım her adımda yüzeye daha çok çamur ve yaprak çıktı.Temiz su bulmanın olanaksız olduğunu görerek geri geldim.Ama bunu sana söyleyemedim.Üzgünüm,ahmakça davrandım.Derenin doğal akışına geri dönmesini sağlamanın yolu bu değildi.Sadece kenarda oturup beklemeliydim, sadece izlemeliydim," dedi.
"Her şey kendi doğası içinde gerçekleşir.Yapraklar aşağı iner ve çamur dibe çöker.Sadece orada oturup derenin akışını izlerken bu mesajı anladım.Bu dere aslında beni zihnim gibi.Çürümüş ve sararmış düşünceler,geçmişim...Ölü,çamurlu...Ve ben sürekli onun dibe çökmesini sağlamaya çalışıyorum.Onun içine atlamak her şeyi daha da kötü hale getiriyor ve sonra 'belki de Buda'nın bahsettiği zihinsizlik haline bu yaşamımda ulaşamam' diyen kötümser bir ruh hali yaratıyor.Ama bugün o dereyi gördüğümde içimde büyük bir umut yeşerdi.Belki benim zihnimdeki düşünce akışı da aynı şekilde dibe çöker.Orada öylece otururken buna dair küçük bir ışık gördüm."
Buda, "Susuz olan ben değilim, sensin.Sen oraya bana su getir diye gönderilmedin.Oraya belli bir mesajı anlaman için gönderildin.Biz buraya gelirken o iki kağnının tepenin üzerinden geçişini gördüm.Bu yüzden dereden ne zaman geçeceklerini biliyordum ve seni suyu alman için uygun zamanı kollayarak gönderdim,"dedi.
(Osho-Büyük Düşünürlerle Konuşmalar)