Primatlar barışmayı küçük yaşta öğrenir. Bağlılıkla ilişkili her şeyde olduğu gibi, barışma da anne-bebek bağıyla başlar. Memeden kesme sırasında anne, bebeği memelerinden uzaklaştırır, yine de yavru itiraz ederek bağırdığında geri dönmesine izin verir. Ret ve kabul arasındaki mesafe, bebeğin yaşıyla birlikte açılır ve çatışmalar bayağı büyük hadiselere dönüşür. Anneyle yavru, bu savaş meydanına farklı silahlarla çıkar. Anne daha güçlüdür, yavrununsa çok gelişmiş bir gırtlağı vardır (küçük bir şempanze çok sayıda çocuğun sesini kolayca bastırabilir) ve aynı ölçüde gelişmiş şantaj taktikleri. Yavru anneyi, dudak bükmek ve mızıldanmak gibi mutsuzluk işaretleriyle kandırmaya çalışır; bütün yöntemler başarısız olursa öyle bir sinir krizi geçirir ki en hararetli noktasında kendi çığlıklarından boğulacak gibi olur ya da annesinin ayakları dibine kusar. En büyük tehdit budur: annenin yaptığı yatırımın tam manasıyla ziyan olması. Doğadaki annelerden birinin böylesi bir sinir krizine tepkisi, bir ağacın tepesine tırmanıp oğlunu aşağı atmak olmuştu. Daha doğrusu atacakmış gibi yapmak çünkü son anda bileğinden tutmuştu. Küçük erkek yavru, on beş saniye kadar, deli gibi bağırarak tepe aşağı asılı durmuş, sonra annesi onu tekrar yukarı çekmişti. O gün başka sinir krizi gözlenmedi. Hayret verici tavizler gördüm, annesinin alt dudağını emen bir yavru gibi. Beş yaşında, memeden çoktan kesilmiş olan yavru, meme yerine dudağı ikame etmişti. Bir başka yavru, başını annesinin koltuğunun altından memesinin yakınlarına uzatıyor, oradaki bir et kıvrımını emiyordu. Bu tavizler sadece birkaç ay sürer, ardından yavru katı besinlere geçer. Sütten kesme çatışması, hayatta kalmak için büyük ihtiyaç duyulan bir sosyal partnerle, hayatta yapılan ilk pazarlıktır. Bütün gerekli malzemeyi içerir: çatışan çıkarlar, örtüşen çıkarlar ve bir nevi tavizle son bulan olumlu ve olumsuz karşılaşmalar döngüsü. Uyuşmazlığa rağmen anneyle her şeyden önemli olan o bağı muhafaza etmek, sonraki çatışma çözümlerine zemin oluşturur.
Diğer Frans De Waal Sözleri ve Alıntıları
- Ahlakın doğrudan yaratıcı Tanrı'dan geldiğine inanan birisi için evrimi kabul etmek manevi bir uçurum demektir.
Menfur bir davranışta bulunmasını engelleyen tek şey inanç sistemi olan insandan korkarım. - Bütün bildiklerimiz şunu gösteriyor ki bir hayvan ne kadar az sayıda yavru dünyaya getirirse onlara o kadar iyi bakar.
- İnsanlar sadece inanmak istedikleri için inanırlar. Bu bütün dinler için geçerlidir. İnanç, belli insanlara, hikayelere, ritüllere ve değerlere duyulan bağlılıktan çıkar. Emniyet, otorite ve ait olma arzusu gibi duygusal ihtiyaçları karşılar.
- Bilimin yaptığı en iyi şey, fikirler arasında rekabeti ateşlemektir. Bilim bir nevi doğal seçilimi teşvik eder ve bunun sonucunda sadece en geçerli fikirler ayakta kalır ve ürer.
- Darwin'in de zamanında dikkat çektiği gibi, sadece insana has yegâne ifade yüz kızarmasıdır. Diğer primatlarda böyle ani bir kızarmaya hiç rastlamadım. İnsanların elinden gelen tek şeyin başkalarını sömürmek olduğunu düşünenler için yüz kızarması herhalde çok şaşırdıkları bir evrim muammasıdır.
- Şempanzeleri ya da bonoboları izlemenin bize neyin doğru neyin yanlış olduğunu gösterebileceğine inanamıyorum, bence bilim de yapamaz bunu, ama doğayı tanımamız, nasıl ve neden birbirimize ilgi göstermeye ve ahlaki neticeler aramaya başladığımızı anlamamıza yardımcı olur. Hayatta kalmamız, başkalarıyla iyi ilişkiler içinde olmamıza, işbirliği yapan bir topluma bağlı olduğu için geliştirmişiz bu özellikleri.
- "Maymunu ormandan çıkarabilirsiniz, ama ormanı maymunun içinden çıkaramazsınız"
- Hem iyilik hem zalimlik, hem asalet hem bayağılık bir arada olabilir - bazen aynı insanda.
- Atalarımızın henüz din sahibi olmadıkları zamanlarda sosyal kurallarının olmadığına gerçekten inanan var mı? Yardıma ihtiyacı olan birine yardım etmez, haksızlıkla karşılaşınca şikayet etmezler miydi? İnsanlar, topu topu bir iki bin yıl önce çıkan mevcut dinlerden çok önce, toplumlarının nasıl işlediğine kafa yormuş olmalı. Biyologlar bu kadar kısa süreleri hiç ciddiye almaz.
- Belki sadece ben böyle düşünüyorumdur ama menfur bir davranışta bulunmasını engelleyen tek şey inanç sistemi olan insandan korkarım. Yaşanabilir bir toplum için gerekli özdenetim de dahil, bütün insanlığımızın yapımızda olduğunu neden düşünmeyelim? Atalarımızın henüz din sahibi olmadıkları zamanlarda sosyal normlarının olmadığına hakikaten inanan var mı? Yardıma ihtiyacı olan birine yardım etmez, haksızlıkla karşılaşınca şikayet etmezler miydi?