İnsanın oturduğu toprakların altında ölüleri yoksa, o adam o toprağın insanı değildir. Kadının duygularını irdelemeye başladı; Öylesine derine indi ki, ilgi ararken aşk buldu. Çünkü kendini kadına sevdirmeye çalışırken sonunda kendisi ona aşık oldu. İnsan ölme zamanı geldiğinde değil, ölebildiği zaman ölür. Ömrünü zehir eden inatçılığı yine herkesin sandığı gibi kötü yürekliliğinden değildi de, sınırsız bir sevgiyle aşılmaz bir korku arasındaki ölümcül çatışmanın sonucuydu. Yalnızlık, anılarını ayıklamış, yaşamın yüreğinde biriktirdiği özlem dolu süprüntüleri yakmış, geriye en acı anıları bırakarak onları arıtmış büyütmüş, sonsuzlaştırmıştı. O çileden çıkartıcı suskunluk ve ürkütücü yalnızlıktan hem kaçmak, hem de hep orada kalmak isteğine daha fazla dayanamıyordu. Ne gamın ne tasanın yanına hiç uğramadığı bir taş gibiydi. Yalnızca o günlerde, arapsaçına dönmüş yüreğinin sonuna dek bocalamaya mahkum olduğunu biliyordu. Bir dakikalık uzlaşma ömür boyu arkadaşlıktan daha iyidir. Ölümü umursadığı yoktu, ama yaşam çok şey demekti. O yüzden de idam hükmü verildiği andaki duygusu korku değil, özlem oldu. İnsanın en iyi dostu ölmüş olan dostudur. Yaşamla hesabını kesin olarak kapatırken kendi insanlarını düşündükçe duygulanmıyor, en çok nefret ettiği kişileri aslında nasıl sevmiş olduğunu anlamaya başlıyordu. Melquiades, Bilim uzaklığı oradan kaldırdı diye fetva verdi. Çok yakında insanoğlu evinden dışarı adım atmadan dünyanın neresinde ne oluyorsa görebilecek. Koca tekne, yalnızlık ve unutulmuşluğun yarattığı, zamanın yıpratıcı etkilerinden ve kuş pisliklerinden korunmuş kendine özgü bir oylum içindeydi sanki. Neredeyse kızı olacak yaştaki Remedios'un, yani yargıcın kızının hayali, içine dinmeyen bir sızı düşürmüştü. Bu ayakkabısında taş varmış gibi, yürürken insanın canını acıtan somut bir sızıydı. Canayakın ve içten görünmesine rağmen içe dönük bir kızdı, yüreğinden geçenleri kimseye açmazdı. Onda yalnızca hüzünlü bir yalnızlık buluyordu. Sanırdınız ki, gündüz akşama kadar dokuyor, dokuması bitmesin korkusuyla da gece sabaha kadar söküyordu. Bu işi yalnızlığını unutmak için değil tam tersine yalnızlığını yoğunlaştırmak için yapıyordu. Geleceğin belirsizliği, yüreklerini geçmişe çevirmişti.
Diğer Gabriel Garcia Marquez Sözleri ve Alıntıları
- Dünya öylesine çiçeği burnundaydı ki, pek çok şeyin adı yoktu daha ve bunlardan söz ederken parmakla işaret edip göstermek gerekirdi.
- Burası, kimsenin otuzunu geçmediği ve kimsenin ölmediği gerçekten mutlu bir köydü.
- Keşif kolundakiler, çizmeleri buram buram tüten petrol gölcüklerine bastıkça, palaları kan kırmızı zambaklarla altın sarısı semenderleri doğradıkça, bu nemli ve sessiz cennette Adem'in günahından da eskilere giden anılarına kapıldılar.
- Ve bütün yazdıklarında boy boy, biçim biçim Remedios yer alıyordu: Öğlenin ikisinde herkese uyku getiren ağır havada Remedios vardı, güllerin tatlı kokusunda Remedios, ışığa üşüşen pervanelerin gizinde Remedios, her zaman, her yerde Remedios vardı.
- Çünkü kız gerekli olduğu anın dışında varlığını çevresindekilere duyurmamak gibi az görülür bir erdeme sahipti.
- Çok geçmeden marangoz tabut için ölçü alırken, pencereden baktıklarında, minicik sarı çiçeklerin yağmur gibi indiğini gördüler. Çiçekler bütün gece süren suskun bir sığınakla köyün üzerine yağdı. Bütün çatıları örttü, bütün kapıların önüne yığıldı ve dışarıda yatan bütün hayvanları soluksuz bırakıp öldürdü. Gökten öyle çok çiçek yağdı ki, sabahleyin sokaklar kalın halılar döşenmiş gibi oldu ve cenaze alayının geçebilmesi için çiçekleri küreyip atmak zorunda kaldılar.
- Çadıra girince gömleğini çıkardı, karyolanın kenarına oturdu ve öğleden sonra tam üçü çeyrek geçe tabancasını aldı, özel doktorunun tendürdiyotla göğsüne çizdiği dairenin ortasından kendini vurdu. O anda Macando'da Ursula, ocağın üstündeki sütün neden böyle geç kaynadığını merak ederek, tencerenin kapağını kaldırdı ve içinin kurtlarla fıkır fıkır dolduğunu gördü. ''Aureliano'yu öldürdüler!'' diye haykırdı.
- Çünkü erkeklerin en büyük özelliği, doyduktan sonra açlığı inkar etmeleriydi.
- Ama yaşlanıp da yılların deneylerinden geçtikten sonra, Ursula ana karnındayken çocuklarının ağlamasının, vantrilokluk belirtisi ya da peygamberlik habercisi olmadığını, sevme yeteneksizliğinin su götürmez kanıtı olduğunu anladı.
- O zaman Aureliano içini döktü. Amaranta Ursula'nın yaralanan elini tuttu, avucuna öpücükler kondurarak yüreğinin en gizli köşelerini açtı. Gece yarıları, nasıl kalktığını, Amaranta Ursula'nın kurusun diye banyoda bıraktığı çamaşırlarına sarılarak nasıl öfke ve yalnızlık içinde ağladığını anlattı. Nigro Manta'yı nasıl kedi gibi hırlattığını, kulağına nasıl Gaston, Gaston, Gaston diye fısıldattığını, Amaranta Ursula'nın parfümlerini nasıl çalıp aç kalmamak için etlerini satan küçük orospuların boyunlarına sürdüğünü anlattı.