Dostlar, sormayın bize, bedbin miyiz diye! Bize sormayın, muvaffakiyet yolunda, büyük veya küçük, bir ümide yer var mı diye! Bu son derece ince ve girift bir nüktedir dostlar! Birazcık inhiraflı bir anlayış ve anlatış, bu son derece ince ve girift bir nükteyi harcıyabilir.
Dostlar! Kâinatı şöyle tasarlayın: İç içe dairelerden ibaret sonsuz bir zemin... Biz işte, bedbinlikten ve ümitsizlikten başlayıp daireler inkişaf ettikçe nikbinlik ve ümidin bizzat yatağına doğru yol alan insanlarız. Arada kaç daire boşa çıkarsa çıksın, bir sonraki, o da olmazsa ondan sonraki, daha sonraki, daha sonraki, daha sonraki ve nihayet en sonraki, dairede aradığımızı mutlaka bulacağız! Hale bakın ki, topyekün bütün ümit ve nikbinliğin kaybolduğu, en dar, en küçük, en havasız, en ışıksız dairenin içinde, temsil ettiğimiz mukaddes dâvanın ilerilere doğru nasıl olsa galip geleceğini mutlak ilimle bilenlerdeniz biz! Buna rağmen bu ilmin gönlümüzde yatan sarsılmaz imanı müstesna, müşahhas eserler ve tesirler plânında her şey, bizi ümitsizlikler ve bedbinliklerin, efsane çapında, en müthişleriyle çevrelemiştir. Yani biz, tedbirler âlemine göre bedbinlik ve ümitsizliğin son haddini çerçeveleyici şartlar içinde, takdirler âlemine göre nasıl olsa kurtulacağımızı bilmekten başka hiçbir imkân sahibi olmayan ve böylece dasitanı sabırlar, tahammüller, sırlar ve bilmecelerle sarılmış bulunan eşi ve menendi görülmemiş örnekleriz! Bundan, Allahın sırtımıza yüklediği bu soylu ağırlıktan da, hamdetmekten başka ne düşebilir bize?
Evet dostlar; eğer ümit ve nikbinlik hissi, yalnız tedbirler âleminin şartlarından müstakil olarak gelen bir vakıa olsaydı, bizim, ümit ve nikbinliğimizi, bugün değil, üç batın evvelki büyük babamızla tam yüz yıl evvel kaybetmemiz lâzımdı. Bu âleme ve bu âlemin müşahhas perde üzerindeki tezahür cümbüşlerine göre hiçbir ümit ve nikbinlik hissine yer kalmamıştır! Fakat, aman, aman!... Sakın bizi ümitsiz ve bedbin sanmayınız! Biz, aynı müşahhas perde üzerindeki cümbüşlerin, ânbeân, ilâhî bir emirle, Galata Köprüsü üzerindeki otomobiller gibi tıkanıp kalacağını bildiğimiz kadar, neticenin, büyük neticenin mutlaka bizim olduğunu biliyoruz.
Netice... Bu kelimeye dikkat buyurun!... Netice bizimdir! Ve onlar ki, netice kendilerinindir, hiç ümitsiz ve bedbin olabilirler mi? Yarış yerine çıkarılmak üzere atlar gibi, ağızlarında gem ve burunlarında kıvılcım, netice ufkumuzda şaha kalkacağı âna doğru gökleri eşeleyen henüz doğmamış güneşlerin heyecanını, yuvalarında, şimdiden görüyoruz sanki... Bizi bugün anlamasa, yarın anlayacak; cemad, nebat ve hayvan anlayacak; o da olmadı mı, Son Gün, Hesap Günü, Mizan Günü her şey bizim olacaktır.
Netice bizimdir dostlar! İç içe daireler halinde en küçüğünden en büyüğüne kadar bizim! Bu sırrı bilen insanlar gibi dayanalım! Netice bizimdir!
Diğer Necip Fazıl Kısakürek Sözleri ve Alıntıları
- Arzu ölür mü?
Onu can sıkıntısından bunalanlar bilir. Hayatla aralarında cama benzer şeffaf bir engel vardır. Sinekler gibi çırpınırlar, bu cam delinmez. - Kadere inanıyor muyum, onu siz keşfedin! Fakat hayatın gizli bir şuuru olduğuna inanmak istiyorum. Öyle bir şuur ki, kendisini, yok gösterecek kadar gizleyebilmiştir. Ben hadiseleri çok girift bulan bir insanım.
- "Kalbimi ve aklımı hep sağ elime verdim;
Görevi olmasaydı sol elimi keserdim..." - Dilimize, kılık ve tabiiyet değiştirerek girmiş, yani hançere dehamıza uymuş ve öz kaynağı ile alâkasını kesmiş her ecnebi kelimenin, aslî maddesi kime ait olursa olsun, o kelime, öz, halis, saf Türkçedir.
İkinci şekle, yani kılık ve tabiiyet değiştirmeyen, hançere hususiyetimize uymayan ve kaynağı ile ilişiğini muhafaza eden kelimelere gelince; bu tarzda kelimeleri kullanmak imkânından bahseden her kim olursa olsun, Türk nüfus kütüğünden silinmesini gerektirecek kadar büyük bir suç işliyor demektir. - ? Bu dünya bir kuyu,havasız çömlek
DARALIYORUM.
Kelime manayı boğan bir gömlek
PARALIYORUM...
Allah ismi varken lügat ne demek
KARALIYORUM
Kapımı,buyursun diye o melek aralıyorum.. - Hiçbir seye yanmazdım, bu kadar gülünç olmasaydım.
- Bir azap ki, kul olduğum için çekiyorum, çekmemek için Allah olmak lâzım.
- Razı değilim Allahım! Yok olmaya, kalmamaya, gelmemiş olmaya, mevcut olmamaya razı değilim.Bu dünyada bırakamayacağım hiçbir şey yok. Ne deniz, ne ağaç, ne şehir, ne ev, ne kadın, ne de ben. Bu kalıbım, bu zarfım, bu kafesimle ben. Onların hepsini bırakabilirim. Fakat şuurumu, bilmek, duymak, var olmak şuurumu bırakamam. Razıyım bir toz parçası olayım. İnsanlar üzerime basarak geçsin. Canım acısın, duyayım. Canımın acıdığını duyayım. Razıyım bir kertenkele olayım. Kızgın yaz günlerinde bir bahçe duvarına tırmanayım. Tırnaklarımı tuğlalara geçireyim. Yeşil ve ıslak sırtımı güneşe vereyim. Fakat güneşle sırtım arasındaki öpüşmeyi duyayım. Tuğlaların incecik zerrelerini sayayım. Kovuklardaki böceklerin, bir boru içinden bakar gibi bana baktıklarını göreyim ve düşüneyim. Razıyım bir nokta olayım. Fakat o noktaya bütün kâinat, bütün mevcudiyle dolsun. Ben yok olamam. Ağlarım, tepinirim, çatlarım, çıldırırım, ölürüm, fakat yok olamam. Her seş benim olsun, vereyim, gökler, yıldızlar, gökteki samanyolu, ay, dünya vereyim. Fakat aklım bana kalsın! Aklım bana kalsın! Aklım!..
- Razı değilim Allahım! Yok olmaya, kalmamaya, gelmemiş olmaya, mevcut olmamaya razı değilim.Bu dünyada bırakamayacağım hiçbir şey yok. Ne deniz, ne ağaç, ne şehir, ne ev, ne kadın, ne de ben. Bu kalıbım, bu zarfım, bu kafesimle ben. Onların hepsini bırakabilirim. Fakat şuurumu, bilmek, duymak, var olmak şuurumu bırakamam. Razıyım bir toz parçası olayım. İnsanlar üzerime basarak geçsin. Canım acısın, duyayım. Canımın acıdığını duyayım. Razıyım bir kertenkele olayım. Kızgın yaz günlerinde bir bahçe duvarına tırmanayım. Tırnaklarımı tuğlalara geçireyim. Yeşil ve ıslak sırtımı güneşe vereyim. Fakat güneşle sırtım arasındaki öpüşmeyi duyayım. Tuğlaların incecik zerrelerini sayayım. Kovuklardaki böceklerin, bir boru içinden bakar gibi bana baktıklarını göreyim ve düşüneyim. Razıyım bir nokta olayım. Fakat o noktaya bütün kâinat, bütün mevcudiyle dolsun. Ben yok olamam. Ağlarım, tepinirim, çatlarım, çıldırırım, ölürüm, fakat yok olamam. Her şey benim olsun, vereyim, gökler, yıldızlar, gökteki samanyolu, ay, dünya vereyim. Fakat aklım bana kalsın! Aklım bana kalsın! Aklım!..
- Şüphe mi dediniz? Bu bana göklerin cezası. Bir aralık öyle sandım ki gözlerime akrep kuyruğu gibi sivri bir mil sokuldu. Zehirden bir damla akıtıldı. Bir de baktım ki hiç bir şey eski heyetinde değil. Bir de baktım ki eskiye ait her şey yanlış. Ana, baba, dost, kadın hakkında bildiklerim yanlış. Su yüzüne çıkan bir leş sırtı gibi bambaşka bir dünya, bambaşka iklimleri, bambaşka insanlarıyla dünyamın yerini aldı. Bir de baktım ki her şey, yeniden muayeneye, yeniden tahkike muhtaç! Doğrusu bu muydu? Ne bileyim? Soğan gibi iç içe, gömlek üstüne gömlek giyinmiş sayısız dünyalar görüyorum. Hangisi doğru? Ne bileyim? Tek bir şey mi doğru! Bana bu dünyayı, bu deliler dünyasını bir doğru emniyeti içinde gösteren ceza, göklerin cezası.