Diyelim büyük bir aş evine, bir geniş çay evine ya da meyhaneye girdik. İçeride garsonlardan, iş görenlerden başka kimse yok. İlk müşteri biziz. Girdiğimiz yer, diyelim bir dikdörtgen salon. Kapıdan arka duvara dek dört sıra masa dizilmiş. İçeri girdik. Bu masalardan hangisine oturursunuz? Toplumsal ruh bilimciler bu sorunun yanıtını birçok deney yaparak bulmuşlar. Salona ilk giren hiçbir insan ortadaki masalardan birine oturmuyor. Arkasını duvara vererek, yüzü de kapıya dönük olarak oturuyor. Salona ilk girenden sonra girenler de aynı şeyi yapıyorlar. İlkin köşelerdeki masalar, sonra duvar diplerindeki masalar doluyor. Her müşteri yüzü kapıya dönük oturuyor. Duvar diplerinde ve köşelerde boş masalar kalmayınca ancak o zaman ortalardaki masalara oturanlar oluyormuş. Başka boş yer kalmayınca da ister istemez sandalyelere, arkaları kapıya dönük oturanlar oluyormuş. Bundan çıkan sonuç neymiş? Yanıt: çünkü insanlar korkuyorlar. Salona girdikleri kapıdan düşmanları da girebilir diye korktukları için, sırtlarını köşeye ya da duvara verip yüzleri kapıya dönük oturuyorlar. Böylece insan kendini güvenceye almış oluyor. Bu korku bizlere, bugünün insanlarına on binlerce yıl önceki atalarımızdan kalıtımsal olarak geliyormuş. On binlerce yıl önceki atalarımız akşamın karanlığı bastırmaya başlayınca yabani hayvanlardan ya da düşmanlardan korunmak için mağaraya, ine ya da bir kovuğa sığınınca, sırtlarını en dipteki kayaya dayar, bir köşeye sığınır, yüzleri mağaranın ağzına dönük, geceyi öyle geçirirlermiş. Bugün tıpkı bizim boş bir salona girdiğimiz zaman yaptığımız gibi.
Diğer Aziz Nesin Sözleri ve Alıntıları
- Sen iyi ki doğdun
Ben iyi ki yaşıyorum
Ne güzel şey
Seni hala seviyorum - Rüyada bile sürmez ki mutluluğum
Başlamasıyla biter
İşte yatağımız yastığımız bulutlardan
Rüyamın en güzel yerini gezdirecekken
Uyanıyorum birden
Sen kimbilir nerelerdeydin
Ben o rüyada seni yaşıyorken - "İnsan koskocaman bir canlı çöplüktür ki, insan denilen bu çöplüğün herhangi bir çöplükten ayrımı, en pis, en iğrenç olanının içinde bile, ama içinin ta bilinmeyen bir yerinde, dünyalar değerinde, değer biçilmez değerde bir cevherin, insanlık cevheri olan cevherin bulunmasıdır. Kimi mutlu insanların bu cevheri dışta kaldığından yâda kolayca dışa vurduğundan yâda olanakları bulunduğu için alınıp dışa çıkarıldığından, onlar pırıl pırıl parlar; ama kimilerinin cevheri öyle derinde, derinin de derininde bir yerdedir ki, kimse de çıkarılmasına yardım etmediğinden, onlar da cevheri hiç ışımadan, hiç parlamadan, cevherleriyle birlikte ölürler.
İnsansa, insanlık cevheri olmayanı olmaz. Kendiliğinden yâda yardımla, nasıl olursa olsun cevheri ışıyanların insanlık görevi, cevheri dipte kalmış öbür canlı çöplükleri de hiç usanmadan eşeleyerek, o insanların derinlerinde bir yerlerinde gizli kalmış cevherlerini dışa çıkartıp parlatarak dünyanın karanlığını o cevherin nur yalazlarında boğup, yakıp, yok ederek, yeniden yepyeni, aydınlık bir dünya yaratmaktır.
Hayri arkadaş, buraya dek söylediklerimi sana söyleyecek çok bulunur. Çünkü işin asıl zoru bu değildir. Bundan da önemli insanlık görevimiz, yüzyıllardır denemiş, ama sonuç alınamamış olan tek tek insanların cevherini aramanın tek insanı kurtarmak, daha doğrusu kurtardığını sanmak olsa bile, bunun insanları, bütün insanlığı kurtarmak olmadığını, herkes kurtulmadıkça hiç kimsenin kurtulmayacağını artık anlayarak, her insan cevherinin ışıyacağı koşulda ortamı yaratmaktır.
Hayri arkadaş, salt insan cevheridir ki, her insanda ayrı, bambaşka, değişik bir cevherdir; o cevher ne altın, ne platin, ne elmas gibi her yerde aynıdır.
Bana hep sorarsın Hayri arkadaş, suçun ne senin diye, seni neden buraya attılar diye... Suçum işte bunlar, sana anlattıklarım Hayri arkadaş..." - Başkalarını korkutmaya çalışan ve korkutanların kendileri daha çok korkarlar ve korktukça, korkularını yenmek için daha çok korkutmaya çalışırlar. Bu korku kısırdöngüsü böylece sürer. Gerçekten yürekli olanlar, ne başkalarını korkutmaya çalışır, ne kendileri korkarlar.
- Ağacı görüp ormanı göz ardı etmek nasıl yanlışsa, ormana bakıp ağacı gözden kaçırmak da yanlıştır.
- "Normal insan, dengesiz insandır. çünkü insan, ateş üstünde duran su dolu bir kazana benzer. nasıl içindeki su kaynayınca kazanın kapağı atarsa, makinelerin buhar kazanlarına da artık kuğu dışarı fışkırsın diye subap yapmışlardır. buğunun artığı dışarı fışkırır delikten, kazandaki buğu da gerektiği kadar kalır, yani dengede durur. yoksa kazan patlar. insan da böyle işte... kızınca, duygulanınca, üzülünce, acılanınca, insan içinden bir şey boşaltacak ki, patlamasın da dengesi yerine gelsin. ee nasıl içini fışkırtacak? nasıl kazanın subabı varsa, insanın da bir tahtası eksik olacak ki, bundan dışarıya su koyversin... bu yüzden işte, dengeli insan bir tahtası eksik insan demektir. o normal denilen tahtası eksik olamayanlar, günün birinde birden patlayıp bombok olur, bir daha da onarılmazlar."
- "İnsan koskocaman bir canlı çöplüktür ki, insan denilen bu çöplüğün herhangi bir çöplükten ayrımı, en pis, en iğrenç olanının içinde bile, ama içinin ta bilinmeyen bir yerinde, dünyalar değerinde, değer biçilmez değerde bir cevherin, insanlık cevheri olan cevherin bulunmasıdır. Kimi mutlu insanların bu cevheri dışta kaldığından yâda kolayca dışa vurduğundan yâda olanakları bulunduğu için alınıp dışa çıkarıldığından, onlar pırıl pırıl parlar; ama kimilerinin cevheri öyle derinde, derinin de derininde bir yerdedir ki, kimse de çıkarılmasına yardım etmediğinden, onlar da cevheri hiç ışımadan, hiç parlamadan, cevherleriyle birlikte ölürler.
İnsansa, insanlık cevheri olmayanı olmaz. Kendiliğinden yâda yardımla, nasıl olursa olsun cevheri ışıyanların insanlık görevi, cevheri dipte kalmış öbür canlı çöplükleri de hiç usanmadan eşeleyerek, o insanların derinlerinde bir yerlerinde gizli kalmış cevherlerini dışa çıkartıp parlatarak dünyanın karanlığını o cevherin nur yalazlarında boğup, yakıp, yok ederek, yeniden yepyeni, aydınlık bir dünya yaratmaktır.
Hayri arkadaş, buraya dek söylediklerimi sana söyleyecek çok bulunur. Çünkü işin asıl zoru bu değildir. Bundan da önemli insanlık görevimiz, yüzyıllardır denemiş, ama sonuç alınamamış olan tek tek insanların cevherini aramanın tek insanı kurtarmak, daha doğrusu kurtardığını sanmak olsa bile, bunun insanları, bütün insanlığı kurtarmak olmadığını, herkes kurtulmadıkça hiç kimsenin kurtulmayacağını artık anlayarak, her insan cevherinin ışıyacağı koşulda ortamı yaratmaktır.
Hayri arkadaş, salt insan cevheridir ki, her insanda ayrı, bambaşka, değişik bir cevherdir; o cevher ne altın, ne platin, ne elmas gibi her yerde aynıdır.
Bana hep sorarsın Hayri arkadaş, suçun ne senin diye, seni neden buraya attılar diye... Suçum işte bunlar, sana anlattıklarım Hayri arkadaş..." - Başkalarını korkutmaya çalışan ve korkutanların kendileri daha çok korkarlar ve korktukça, korkularını yenmek için daha çok korkutmaya çalışırlar. Bu korku kısırdöngüsü böylece sürer. Gerçekten yürekli olanlar, ne başkalarını korkutmaya çalışır, ne kendileri korkarlar.
- Ağacı görüp ormanı göz ardı etmek nasıl yanlışsa, ormana bakıp ağacı gözden kaçırmak da yanlıştır.
- "Normal insan, dengesiz insandır. çünkü insan, ateş üstünde duran su dolu bir kazana benzer. nasıl içindeki su kaynayınca kazanın kapağı atarsa, makinelerin buhar kazanlarına da artık kuğu dışarı fışkırsın diye subap yapmışlardır. buğunun artığı dışarı fışkırır delikten, kazandaki buğu da gerektiği kadar kalır, yani dengede durur. yoksa kazan patlar. insan da böyle işte... kızınca, duygulanınca, üzülünce, acılanınca, insan içinden bir şey boşaltacak ki, patlamasın da dengesi yerine gelsin. ee nasıl içini fışkırtacak? nasıl kazanın subabı varsa, insanın da bir tahtası eksik olacak ki, bundan dışarıya su koyversin... bu yüzden işte, dengeli insan bir tahtası eksik insan demektir. o normal denilen tahtası eksik olamayanlar, günün birinde birden patlayıp bombok olur, bir daha da onarılmazlar."