Carolyn'le Yerkes kolonisini görmeye gitmiştik. Maymunlar arasında, insanları çok seven Thai adında bir dişi vardı. Aslında kendi türünden şempanzelerden ziyade bizimle ilgilidir. Ne zaman alana bakan kulede belirsem, yüksek sesle selamlayarak yanıma koşar. Ben de daima onu selamlar ve onunla konuşurum, sonra da oturup ben gidene kadar beni seyreder. Bu sefer Carolyn'le konuşmaya öyle dalmışım ki başımı kaldırıp bakmadım bile. Thai'yi görmezden geldiğim için konuşmamız, dikkat çekici, yüksek, tiz çığlıklarla bölündü. Thai, şempanzelerin sinir krizi geçirdiklerinde yaptığı gibi kendi kendine vuruyordu; çok geçmeden etrafını başkaları sardı, ona sarılıyor, öpüyor, teskin etmek için tutuyorlardı. Neden bu kadar tantana yaptığını hemen anladım ve uzaktan elimi uzatarak onu abartılı bir biçimde selamladım. Carolyn'e bu şempanzenin, onu selamlamadığım için kendini ihmal edilmiş hissettiğini açıkladım. Carolyn bu şablonu tanımakta hiç zorlanmadı. Thai, yüzünde kocaman, sinirli bir sırıtışla bana bakıp duruyordu, bir süre sonra nihayet sakinleşti. Bu olayın ilginç tarafı, Thai'nin benim kabalığıma bozulması değil grubun buna verdiği tepkiydi. Tam da Carolyn'in çocuklar üzerinde araştırdığı davranıştı bu. Diğerleri Thai'nin sıkıntısını hafıfletmeye çalışmışlardı. Böylece hayvanlar üzerine odaktanmadığı halde, onlardaki bu yeteneği görmüş oldu Carolyn. Çocukların tepkilerini ölçmek için ekibiyle birlikte evlere gittiklerinde, aile üyeleri üzüntü (ağlama), acı (ah diye bağırma) ya da zorluk (boğulacak gibi öksürme) taklidi yaptığında, bir yaşın az üzerindeki çocukların onları rahatlatmaya çalıştığını görmüşler. Gelişimlerinde bir dönüm noktası bu: Tanıdıkları birinin yaşadığı kötü bir deneyim, onların bir ihtimam tepkisi vermesini sağlıyor, kurbanın yarasını okşamak ya da ovalamak gibi. Duygudaşlık ifadeleri, türümüzün bütün üyelerinde görüldüğü için ilk adımı atmak gibi doğal bir ilerleme olarak kabul ediliyorlar. (...) Carolyn'in araştırma ekibi, kedi ve köpek gibi ev hayvanlarının da çocuklar gibi, üzüntü taklidi yapan aile üyeleriyle birlikte üzüldüğünü ortaya çıkardı. Hayvanlar bu kişilerin yakınlarında dolaşıyor, ilgilendiklerini gösteren bir hareketle başlarını, kucaklarına koyuyordu. Çocuklara uyguladığımız kıstasla değerlendirilirse hayvanlar da empati göstermişlerdi. Bu davranış maymunlarda çok daha dikkat çekicidir ve teselli olarak adlandırılmıştır. Teselliyi ölçme yöntemi basittir: Şempanzelerimiz arasında ani bir kavganın çıkmasını bekleriz sonra da etrafta duranlar kurbana yaklaşırsa not ederiz. Etraftakiler genellikle kötü durumdakilere sarılır ve onları tımar eder. Ağaca tırmanan bir yavrunun düşüp çığlığı basması görülmedik şey değildir. Hemen etrafını birileri sarar, onu kucaklarına alıp sallarlar. (...) Empati tepkisi en güçlülerden biridir, hatta maymunun meşhur muz tutkusundan bile daha güçlüdür. Bunu ilk tespit eden, 20.yüzyıl başlarında, Yoni adında genç bir şempanzeye bakmış Rus psikoloğu Nadie Ladygina-Kohts'tur. Kohts her gün Yani'nin yaramazlıklarıyla uğraşmak durumunda kalıyormuş. Yani'yi evin çatısından indirmenin tek yolunun, kendisi için endişe etmesini sağlamak olduğunu anlamış: Gözlerimi kapatıp ağlıyor gibi yaptığımda Yoni hemen oyununu ya da diğer faaliyetlerini bırakıp yanıma koşar, evin çatısı ya da kafesinin tavanı gibi en ücra köşelerden bile büyük bir heyecan ve üzüntüyle kalkar gelir, halbuki başka türlü ne kadar çağırsam, hatta yalvarsam da oradan indiremem onu. Beni kimin bu hale getirdiğini anlamak ister gibi aceleyle etrafımda dolanır; yüzüme bakar, şefkatle çenemi avucuna alır, neler olduğunu anlamaya çalışıyormuş gibi parmağıyla usulca yüzüme dokunur. (...) İtalya, Parma Üniversitesi'ndeki bir araştırma ekibi, maymunlarda bazı özel beyin hücrelerinin, sadece kendi elleriyle bir nesneyi tuttuklarında değil bir başkasını tutarken seyrettiklerinde de harekete geçtiğini tespit etti. Başkasının bir şey yaptığını görünce o şeyi yapıyormuş gibi harekete geçen bu hücrelere ayna nöronları ya da maymunluk nöronları adı verilmiş. Sosyal hayvanlar, bilimcilerin daha önceleri zannettiklerinden çok daha temel bir seviyede ilişki kuruyorlar birbirleriyle. Etrafımızdakilerle bağ kurmak ve onları duygusal olarak yankılamak içimizde var. Tümüyle otomatik bir işlem.
Diğer Frans De Waal Sözleri ve Alıntıları
- Ahlakın doğrudan yaratıcı Tanrı'dan geldiğine inanan birisi için evrimi kabul etmek manevi bir uçurum demektir.
Menfur bir davranışta bulunmasını engelleyen tek şey inanç sistemi olan insandan korkarım. - Bütün bildiklerimiz şunu gösteriyor ki bir hayvan ne kadar az sayıda yavru dünyaya getirirse onlara o kadar iyi bakar.
- İnsanlar sadece inanmak istedikleri için inanırlar. Bu bütün dinler için geçerlidir. İnanç, belli insanlara, hikayelere, ritüllere ve değerlere duyulan bağlılıktan çıkar. Emniyet, otorite ve ait olma arzusu gibi duygusal ihtiyaçları karşılar.
- Bilimin yaptığı en iyi şey, fikirler arasında rekabeti ateşlemektir. Bilim bir nevi doğal seçilimi teşvik eder ve bunun sonucunda sadece en geçerli fikirler ayakta kalır ve ürer.
- Darwin'in de zamanında dikkat çektiği gibi, sadece insana has yegâne ifade yüz kızarmasıdır. Diğer primatlarda böyle ani bir kızarmaya hiç rastlamadım. İnsanların elinden gelen tek şeyin başkalarını sömürmek olduğunu düşünenler için yüz kızarması herhalde çok şaşırdıkları bir evrim muammasıdır.
- Şempanzeleri ya da bonoboları izlemenin bize neyin doğru neyin yanlış olduğunu gösterebileceğine inanamıyorum, bence bilim de yapamaz bunu, ama doğayı tanımamız, nasıl ve neden birbirimize ilgi göstermeye ve ahlaki neticeler aramaya başladığımızı anlamamıza yardımcı olur. Hayatta kalmamız, başkalarıyla iyi ilişkiler içinde olmamıza, işbirliği yapan bir topluma bağlı olduğu için geliştirmişiz bu özellikleri.
- "Maymunu ormandan çıkarabilirsiniz, ama ormanı maymunun içinden çıkaramazsınız"
- Hem iyilik hem zalimlik, hem asalet hem bayağılık bir arada olabilir - bazen aynı insanda.
- Atalarımızın henüz din sahibi olmadıkları zamanlarda sosyal kurallarının olmadığına gerçekten inanan var mı? Yardıma ihtiyacı olan birine yardım etmez, haksızlıkla karşılaşınca şikayet etmezler miydi? İnsanlar, topu topu bir iki bin yıl önce çıkan mevcut dinlerden çok önce, toplumlarının nasıl işlediğine kafa yormuş olmalı. Biyologlar bu kadar kısa süreleri hiç ciddiye almaz.
- Belki sadece ben böyle düşünüyorumdur ama menfur bir davranışta bulunmasını engelleyen tek şey inanç sistemi olan insandan korkarım. Yaşanabilir bir toplum için gerekli özdenetim de dahil, bütün insanlığımızın yapımızda olduğunu neden düşünmeyelim? Atalarımızın henüz din sahibi olmadıkları zamanlarda sosyal normlarının olmadığına hakikaten inanan var mı? Yardıma ihtiyacı olan birine yardım etmez, haksızlıkla karşılaşınca şikayet etmezler miydi?