Bununla birlikte, uzaklaşmak etkili de olabilir. O sırada değerimizi bilmeyen gönülde, sonunda bizi görme arzusu, hevesi uyanabilir. Yalnız, bunun için zaman gerekir. Oysa zamana ilişkin taleplerimiz, en az kalbin değişmek için koştuğu şartlar kadar ölçüsüzdür. Bir kere, zaman en zor verebileceğimiz şeydir; çünkü ıstırabımız acımasızdır ve bitsin diye acele ederiz. Ayrıca, öteki kalbin değişmesi için gereken zamanı, bizim kalbimiz de kullanacak ve o da değişecektir; öyle ki, hedefimiz artık ulaşılabilir bir hale geldiğinde, bizim için bir hedef olmaktan çıkacaktır. Zaten bu hedefin ulaşılabilir hale geleceği, her mutluluğun, artık bizim için mutluluk olmaktan çıktıktan sonra, mutlaka elde edileceği düşüncesinin, doğru bir yanı vardır, ama tamamen doğru da değildir. Bu düşünce, artık ilgimiz kaybolduğu, ilgisizleştiğimiz zaman bizim için ge- çerlilik kazanır. Öte yandan, bu ilgisizliğin kendisi, eski talepkârlığımızı ortadan kaldırdığı için, geriye bakıp bu mutluluğun, eskiden olsa bizi büyüleyeceğini düşünmemize yol açar; oysa belki o eski dönemde, bize çok noksan gelecek olan bir mutluluktur bu. İnsan pek ilgilenmediği bir konuda ne fazla titizdir, ne de iyi hüküm verebilir. Artık sevmediğimiz bir insanın bizim ilgisizliğimiz karşısında iyice aşırı görünen sevecenliği, belki de aşkımız karşısında hiç de yeterli olmayacaktı. O tatlı sözleri, görüşme teklifini, eskiden olsa bizde yaratacağı zevk bağlamında düşünürüz; hemen ardından gelmesini isteyeceğimiz ve belki o açgözlülükle gerçekleşmesini engelleyeceğimiz bütün diğer zevkleri düşünmeyiz. Yani gecikmiş olan, artık tadına varamayacağımız bir zamanda, sevgimiz bitmişken gelen mutluluk, bir zamanlar eksikliği yüzünden onca azap çektiğimiz mutlulukla tıpatıp aynı olmayabilir. Buna karar verebilecek bir tek kişi vardır, o da, o eski zamandaki benliğimizdir; halbuki bu benlik artık yoktur; şüphesiz geri gelecek olsa, mutluluk da, aynı mutluluk olsun olmasın, kaybolup giderdi. 252-253
Diğer Marcel Proust Sözleri ve Alıntıları
- İngiliz dekoratörler ve Maple tarafından uygulanagelmiş William Morris teorileri, bir odanın sadece bize yararlı şeylerle dolu olma ve yararlı her şeyin, basit bir çivi bile olsa, gizli değil ortada olma koşuluyla olduğunu kesin olarak belirtir.
- "Tüm iyi kitapların okunması, geçmiş yüzyıllarda bunları yazmış olan en saygın ve ilginç kişilerle yapılan bir sohbet gibidir."
- Okuma zihinsel yaşamın eşiğindedir; bizi bu yaşama sokabilir ama onu teşkil etmez
- Eskiden bildiğimiz yerler, kendilerini kolaylık olsun diye yerleştirdiğimiz mekanlar alemine ait değildirler sadece. O zamanlar ki hayatımızı oluşturan, birbirine bitişik izlenimlerin ince bir dilimleridirler; belirli bir görüntünün hatırası, belirli bir anın özleminden ibarettir ve evler, yollar, caddeler de, heyhat, seneler gibi uçup giderler.
- Belki de gerçek olan hiçliktir ve hayatımız var olmayan bir rüyadır, ama o zaman, bir müzik cümlelerinin de, hayatımızla bağlantılı biçimde var olan diğer kavramların da birer hiç olması gerektiğini hissederiz. Biz yok olmaya mahkumuzdur, ama bizim kaderimizi izleyecek olan ilahi esirler, elimizde birer rehinedirler.Onlarla birlikte ölme fikri ise, ölümün acılığını, sıradanlığını, hatta belki ihtimaliin de biraz azaltır gözümüzde.
- İnsanlarla genelde o kadar ilgilenmeyiz ki, bize bunca acı ve mutluluk verebilme gücünü bir kişiye yüklediğimizde, o kişi başka bir dünyaya aitmiş gibi görünür gözümüze, bir şiirsellikle sarmalanır ve hayatımızı, kendisinin az çok yakınımızda bulunacağı, heyecan dolu bir akış haline getirir.
- Somut gerçekler, inançlarımızın yaşadığı aleme nüfus edemez, bu inançları doğurmadıkları gibi, öldüremezler de; onları sürekli olarak yalanlasalar da, zayıflatamaz; ardı arkası kesilmeyen felaketler veya hastalıklar silsilesi, bir aileyi, Tanrının iyiliği ya da aile doktorunun yeteneği konusuna şüpheye düşüremez.
- Gerçek bir insan, kendisiyle ne kadar derin bir yakınlık kursak da, büyük ölçüde duyularımız tarafından algılanır, yani saydam değildir, duyarlılığımıza , taşıyamayacağı bir yük bindirir. Başına bir felaket geldiğinde, ona ilişkin kafamızda taşıdığımız bütünsel kavramın ancak küçük bir bölümü çerçevesinde duygulanabiliriz; dahası, o da kendisine ilişkin bütünsel kavramının ancak bir bölümü çerçevesinde duygulanabilir. Romancının buluşu, ruhun nüfus edemediği bölümlerin yerine, eşit miktarda manevi, yani ruhumuzun özümseyebileceği unsur koymaktı. Bu noktadan itibaren, bu yeni türdeki varlıkların eylemlerinin, duygularının, biz onları kendimize mal ettiğimize, artık bizim içimizde oluştuklarına, kitabın sayfalarını coşkuyla çevirirken nefes alıp verişimizi, bakışlarımızın yoğunluğunu onlar belirlediğine göre, bize gerçek gibi görünmesinin ne önemi vardır?
- Başkasından alınsa da pek farklı olmayacak bir şey için, bir başkası da yeniden yaratabileceğine göre, özünde şahsa bağlı olmayan bir şey için, "bulmak" kelimesi kullanılabilir miydi?
- Dahice eserler üreten kişiler, en seçkin çevrede yaşayan, en parlak konuşma biçimine, en geniş kültüre sahip kişiler değil, birdenbire kendileri için yaşamayı keserek kişiliklerini bir aynaya, sosyal ve hatta bir bakıma zihinsel açıdan sıradan bir hayat da olsa, hayatlarını yansıtacak bir aynaya dönüştürecek güce sahip olanlardır; çünkü deha, yansıtılan görünümün özündeki değere değil, yansıtma gücüne bağlıdır.