Bir mermi de benden aslanım, Bir mermi de benden. Bir mermi de benden zafer topları Mukaddes namlular! Daha gelmesin mi bahar, Daha gülmesin mi ağlayanlar? Yıllardır kan içinde, sargı içinde Unuttunuz mu Sevmesini şakalaşmasını? Çekik gözlüler, Kıvırcık saçlılar, ablak yüzlüler! Küller mi saz beniz etti sizi Yabani güller, dost bakışlar, otlu çiçekler! Ve sizler : Adana, Aras pamuğu kadar Sevdiğim yüzler! Yayla türkülerim kadar Memleketlilerim kadar Sevdiğim yüzler! Altıya mı değdi yaşlarınız Otuz dokuz doğumlu çocuklar? Ömrünüz, gözleriniz, uykularınız Sığınaklarda geçti harp boyunca. Oylum oylum ateşleri gördünüz mü, Cepheden dönenleri sordunuz mu? Tanır mısınız Ay nedir, gün nedir, elma nedir? Güneşi gözlere doldurmak güzelken Hey küçük kardeşler hey Görün ne hale koydular dünyamızı. Şimdi zafer topları gürlüyor Avrupa'da. Ve deniz ötesi kıtalardan Şarkılar... Şimdi kazaska oynuyor Avrupa. Şimdi silah yerine bayrak tutanlar... Hiçbirini tanımadığımız, Oyunlarını bilmediğimiz Mişiganlılar, Oksfortlular, Ukranyalılar Şimdi, göz aydın etme zamanıdır. Yeni bir dünya doğuyor. Şorul şorul giden kan pahası. Müjdeler, müjdeler olsun Yeni bir dünya doğuyor Zincir seslerinden Verem basillerinden uzakta... Büyük ölülerini bağrına basıp Yaralı insanlarımız Kahramanlarımız konuşuyor : Benim olsun, senin olsun, bizim olsun, Hani kardeşlerimiz vardı ya Bu dünyada. -Kız kardeşlerimiz, annelerimiz, şairlerimiz- Dumdum kurşunuyla vursalar da Her zaman böyle döğüşeceğiz : Gırtlak gırtlağa, diş dişe, tank tanka Demokrasi için, Eşitlik ve hürlük uğruna Bir mermi de benden aslanım Bir mermi de benden Bir mermi de benden Zafer topları, mübarek namlular!
Diğer Pablo Neruda Sözleri ve Alıntıları
- Mathilde bitki adıdır, taş adı, şarap adıdır,
topraktan doğmuş olanın, sürüp gidenin adıdır.
Bir sözcüğün çoğalışından doğdu gün,
Limon çiçekleri yazın, adınla açar. - Mathilde bitki adıdır, taş adı, şarap adıdır,
topraktan doğmuş olanın, sürüp gidenin adıdır.
Bir sözcüğün çoğalışından doğdu gün,
Limon çiçekleri yazın, adınla açar. - Sürdürmek uğruna hayatımızı
bu kadar sıradan olmasaydık,
ve bir an, hiçbir şey yapmasaydık,
belki dev bir sessizlik
yarıda kesebilirdi kederini
kendimizi hiç anlamayışımızın,
kendimizi ölümle korkutmanın,
belki de toprak öğretecek bize
ölü görünen her şeyin
aslında canlı olduğunu.
Şimdi on ikiye kadar sayacağım
sessiz olun, ben gideceğim. - Yukarıda acımasız sıradağlar,
kan lekeli kaktüsler gibi,
acı renkli gökyüzü. - Yüzen karın üstünde
bir uzun, siyah soru işareti. - Ah, bu ne çığlık ıssızlıkta!
- ...ve soru soran bir suçsuzluk...
- Fakat kim öldürebilir ki şiiri! Şiir, kedi gibi yedi canlıdır. İşkence ederler, sokaklarda sürüklerler, üstüne tükürürler, alay ederler, etrafını dört duvarla çevirirler, sürgüne yollarlar, fakat o bütün bunları yaşar, sonunda tertemiz bir yüzle ve gülümseyerek yeniden ortaya çıkar.
- Tellerinden şarkılar yerine, kanlar akan İspanya gitarlarına ilk kurşunlar atıldığında, benim şiirim bir hayalet gibi sokaklarda dolaşıyordu. Sonra yavaş yavaş içine kökler sokuldu. Ve damarlarında kan akmaya başladı. İşte o günden sonra herkesin yolu benim de yolum oldu. Yalnızlığın güneyinden kuzeyine göç ettiğimi görüyorum. Orada yaşıyor insanlar, benim alçak gönüllü şiirimi kendilerine kılıç yaparak, büyük ıstırapları arasında terini silecek mendil diye açacak, ya da ekmek savaşında silah olarak kullanacak.
- ...Her tarafta Buda heykelleri. -yüz yaşındalar, bin yaşında, bin defa bin yaşında- Dudaklarındaki gülümseme yumuşak, o sert ve dayanıklı taştan yapılmalarına rağmen soylulukları ölçülmez. ...Nedense yaraları ve çıbanları ile bize bırakılmış o Hristiyan şekilleri aklıma geliyor... Yanmış mum ve küf kokan, kapıları kapalı kiliseler... O Hristiyan şekilleri de bilmiyordu, insan mı Tanrı mı olduklarını... Onları insan yapmak, acı çekenlere, başı koparılmışlara, kötürümlere, kilisedeki insanlara ve kilisenin dışındaki insanlara benzetmek için heykeltraşlar şekillere izler ve yaralar yaptı. Azap çekenlerin dini oldu. Günah işle ve ıstırap çek, yaşa ve ıstırap çek, kendini kurtaracak bir yol bulamadan... Burada böyle değil, burada huzur var, taşta... Bu dev Tanrı ayaklı Budalar gülümsüyor, rahat ve insancıllar, ıstırap yok yüzlerinde... Onlardan yükselen koku, ölü evini hatırlatmıyor, kiliseleri de... Bitki kokuyor, fırtınadan sonra dallar, yapraklar ve sonsuz ormanın çiçek tozları ile dolmuş bu koskocaman oda...