Bazı şeylerin aslında göründükleri gibi olmadıkları önemli ve çok bilinen bir gerçektir. Örneğin, Dünya denen gezegende, insanoğlu her zaman kendisinin yunuslardan daha zeki olduğunu varsaymıştır çünkü bir sürü şey becermiştir... tekerlek, New York, savaşlar, vesaire... bu arada yunusların bütün yaptığı ise suya dalıp çıkmak ve eğlenmek olmuştur. Buna karşılık, yunuslar da her zaman kendilerinin insanoğlundan çok üstün bir zekaya sahip olduklarına inanmışlardır... tamamıyla aynı nedenlerden dolayı. Şurası ilginçtir ki yunuslar Dünyanın yaklaşan yıkımının farkındaydılar ve insanları bu tehlike karşısında uyarmak için birçok girişimlerde bulundular: ama iletişim çabalarının birçoğu futbol toplarını zıplatmak ya da yiyecek için ıslık çalmak şeklinde eğlendirici girişimler olarak yanlış yorumlandı, sonunda yunuslar her şeyi boşverip Vogonlar gelmeden az önce kendi yöntemleriyle Dünyayı terk ettiler. En son yunus mesajı da yanlış anlaşılmış, ?Yıldızlarla Bezeli Sancak? marşını ıslıkla çalarken bir halkadan çift ters takla atarak geçmesi son derece iyi eğitimin sonucu bir beceri gösterimi olarak alınmıştır. Aslında mesaj şöyledir: Elveda ve bütün balıklar için teşekkürler. Gerçekte gezegende yunuslardan daha zeki tek bir tür vardı, onlar da zamanlarının çoğunu davranış araştırma laboratuvarlarında tekerleklerin içinde koşarak ve insanlar üzerinde korkutucu derecede ince ve ustaca deneyler yaparak geçirdiler. İnsanların bir kez daha bu ilişkiyi tamamıyla yanlış yorumlamaları bütünüyle bu yaratıkların planlarına uygun düşüyordu.
Diğer Douglas Adams Sözleri ve Alıntıları
- Galaksinin Dış Doğu Kıyısının daha fazla refaha ulaşmış uygarlıkların pek çoğunda Otostopçunun Rehberi bütün bilgi ve bilgeliğin standart hazinesi olarak herkesçe kabul gören büyük Ana Galaktika Ansiklopedisi'nin yerini çoktan almışa. Çünkü içinde atlanan pek çok şey bulunmasına ve uydurmalarla ya da en azından büyük hatalarla dolu olmasına rağmen kendisinden önceki daha sıkıcı çalışmaya iki yönden üstünlük sağlamıştı.
Bunlardan birincisi biraz daha ucuz olması, ikincisiyse kapağında kocaman, dostane harflerle " PANİK YOK " yazmasıydı. - Galaksinin Dış Doğu Kıyısının daha fazla refaha ulaşmış uygarlıkların pek çoğunda Otostopçunun Rehberi bütün bilgi ve bilgeliğin standart hazinesi olarak herkesçe kabul gören büyük Ana Galaktika Ansiklopedisi'nin yerini çoktan almışa. Çünkü içinde atlanan pek çok şey bulunmasına ve uydurmalarla ya da en azından büyük hatalarla dolu olmasına rağmen kendisinden önceki daha sıkıcı çalışmaya iki yönden üstünlük sağlamıştı.
Bunlardan birincisi biraz daha ucuz olması, ikincisiyse kapağında kocaman, dostane harflerle " PANİK YOK " yazmasıydı - "Çoğunlukla Zararsız."
- Galaksinin Dış Doğu Kıyısının daha fazla refaha ulaşmış uygarlıkların pek çoğunda Otostopçunun Rehberi bütün bilgi ve bilgeliğin standart hazinesi olarak herkesçe kabul gören büyük Ana Galaktika Ansiklopedisi'nin yerini çoktan almışa. Çünkü içinde atlanan pek çok şey bulunmasına ve uydurmalarla ya da en azından büyük hatalarla dolu olmasına rağmen kendisinden önceki daha sıkıcı çalışmaya iki yönden üstünlük sağlamıştı.
Bunlardan birincisi biraz daha ucuz olması, ikincisiyse kapağında kocaman, dostane harflerle " PANİK YOK " yazmasıydı. - Galaksinin Dış Doğu Kıyısının daha fazla refaha ulaşmış uygarlıkların pek çoğunda Otostopçunun Rehberi bütün bilgi ve bilgeliğin standart hazinesi olarak herkesçe kabul gören büyük Ana Galaktika Ansiklopedisi'nin yerini çoktan almışa. Çünkü içinde atlanan pek çok şey bulunmasına ve uydurmalarla ya da en azından büyük hatalarla dolu olmasına rağmen kendisinden önceki daha sıkıcı çalışmaya iki yönden üstünlük sağlamıştı.
Bunlardan birincisi biraz daha ucuz olması, ikincisiyse kapağında kocaman, dostane harflerle " PANİK YOK " yazmasıydı - "Çoğunlukla Zararsız."
- "İstasyona yirmi dakika kadar erken gelmiştim. Trenin saatini yanlış biliyormuşum. Sanırım, Demir Yolu İdaresinin saati yanlış biliyor olması da aynı derecede mümkündü," diye ekledi bir müddet düşündükten sonra.
"Daha önce böyle bir şey hiç başıma gelmemişti çünkü."
"Hadi anlat artık," diyerek güldü Fenchurch.
"Bunun üzerine bulmacasını çözmek üzere bir gazete satın aldım ve bir fincan da kahve almak üzere büfeye gittim."
"Sen bulmaca çözer misin?"
"Evet."
"Hangi gazeteninkini?"
"Genellikle Guardian'inkini."
"Bence Guardian fazla sevimli olmaya çalışıyor. Benim tercihim Times. Çözebildin mi bari?"
"Neyi?"
"Guardian'daki bilmeceyi."
"Henüz bakmaya fırsatım olmadı," dedi Arthur. "Hala kahve almaya çalışıyorum."
"Pekala, o zaman. Kahveni al."
"Alıyorum. Üstelik, " dedi Arthur, "biraz da bisküvi alıyorum."
"Ne marka?"
"Rich Tea."
"İyi seçim."
"Ben de severim. Sahip olduğum bütün bu yeni şeylerle gidip bir masaya oturuyorum. Hangi masaya oturduğumu sorma çünkü bütün bunlar bir süre önce olmuştu ve şimdi hatırlamıyorum. Herhalde yuvarlak bir masa olmalı."
"Pekala."
"O halde sana planı anlatayım. Ben masada oturuyorum. Solumda gazete var. Sağımda kahve fincanı. Masanın ortasında bisküvi paketi."
"Gözümde mükemmel canlandırıyorum."
"Senin görmediğin," dedi Arthur, "çünkü henüz bahsetmedim, ben gittiğim sırada masada oturmakta olan adam. O da orada, karşımda oturuyor."
"Neye benziyor."
"Tamamen sıradan biri. Bir evrak çantası var. Takım elbiseli. Garip bir şey yapacak biriymiş gibi," dedi Arthur "gözükmüyor."
"Ah, o tipleri bilirim. Ne yaptı?"
"Şunu yaptı. Masaya eğildi, bisküvi paketini aldı, yırtıp açtı, bir tanesini aldı, ve..."
"Ne?"
"Yedi."
"Ne?"
"Onu yedi."
Fenchurch şaşkınlıkla baktı. "Sen ne yaptın, tanrı aşkına?"
"Şey, bu şartlarda her sağlıklı ve normal İngiliz'in yapacağını yaptım ve kendimi," dedi Arthur, "bunu görmezlikten gelmeye zorladım."
"Ne? Niçin?"
"Şey, üzerinde eğitildiğimiz cinsten bir şey değil bu, öyle değil mi? Ruhumu inceledim ve yetiştirilişimle ilgili deneyimlerim arasında ya da en temel içgüdülerim içinde, karşımda oturan birinin, gözlerimin içine baka baka sıkılmadan soğukkanlılıkla, bisküvilerimden birini çaldığı zaman nasıl reaksiyon göstermem gerektiğini anlatan bir şey bulamadım."
"Ama şey yapabilirdin..." Fenchurch bunu biraz düşündü. "Böyle bir durumda, kendimin de ne yapabileceğini bilemediğimi itiraf etmeliyim. Peki sonra ne oldu?"
"Öfkeyle bulmacaya bakmaya başladım," dedi Arthur. "Ama bir kelime bile çözemedim, kahvemden bir yudum aldım, içemeyeceğim kadar sıcaktı, yapılacak başka bir şey de yoktu. Kendimi toparladım. Paketin anlaşılmaz bir şekilde nasıl açılmış olduğunu fark etmemek için,"diye ekledi, "büyük gayret göstererek bir bisküvi aldım..."
"Ama mücadeleye giriyorsun, zor bir yol seçiyorsun."
"Kendi tarzımda, evet. Bisküviyi yedim. Onu çok belirgin ve görülebilir bir şekilde yedim ki adamın benim ne yaptığımla ilgili hiçbir şüphesi olmasın. Ben bir bisküvi yediğim zaman," dedi Arthur, "o bisküvi yenmiş olur."
"Peki o ne yaptı?"
"Bir tane daha aldı. Gerçekten de," diye üsteledi Arthur, "olan tam olarak buydu. Bir bisküvi daha aldı ve yedi. Gün ışığı kadar açık. Şu çimenlerin üzerinde oturduğumuz kadar kesin."
Fenchurch huzursuzca kıpırdandı.
"Ve sorun," dedi Arthur, "ilk seferinde bir şey söylememiş olduğum için, ikinci seferinde konuyu deşmenin daha da zor bir duruma gelmiş olmasıydı. Ne diyecektim? ?Afedersiniz... fark etmeden yapamadım... ee... acaba...' Bunu yapamazdım. Yine görmezlikten geldim, üstelik birincisinden de daha canlı bir şekilde."
"Yapma..."
"Tekrar bulmacaya bakmaya başladım. Hala bir kelimesini bile anlamıyordum. Bu yüzden, V.Henry'nin St.Crispin gününde sergilediği ruha benzer bir ruh sergileyerek..."
"Ne?"
"Tekrar anlaşmazlığın üzerine gittim," dedi Arthur. "Bir bisküvi daha aldım. Bir an gözlerimiz karşılaştı."
"Böyle mi?"
"Evet, şey, hayır, tam öyle sayılmaz. Ama karşılaştı. Sadece bir an için. Ve ikimiz de gözlerimizi başka yöne çevirdik. Ama şimdi sana söyleyeceğim şey şu ki, havada bir elektriklenme olduğu açıktı. Masada gittikçe artan bir gerilim vardı."
"Tahmin edebiliyorum."
"Bütün paketi bu şekilde bitirdik. O, ben, o, ben..."
"Bütün paketi?"
"Zaten sadece sekiz bisküvi vardı, ama o sırada bana bir ömür dolusu bisküviyi bitirmeye çalışıyormuşuz gibi geliyordu. Gladyatörler bile bundan fazla bir zorluk yaşamış olamazlar."
"Gladyatörler," dedi Fenchurch, "bunu güneş altında yapmak zorunda kalırlardı. Fiziken daha yorucu olurdu."
"O da var. Sonra, boşalan paket aramızda cansız bir şekilde yatmaya başladığında, adam kalktı ve yaptığı en kötü şeyi yaparak oradan ayrıldı. Ben rahat bir nefes aldım tabii. Rastlantıya bak ki trenimin de bir iki dakika içinde gelmekte olduğu anons edilmişti, onun için kahvemi bitirdim, ayağa kalktım, gazetemi aldım ve gazetenin altında..."
"Evet?"
"Kendi bisküvilerimi buldum."
"Ne?" dedi Fenchurch. "Ne?"
"Doğru."
"Hayır!" diyerek soluğunu tuttu Fenchurch ve katılarak kendini çimenlerin üzerine attı.Tekrar doğruldu."Seni budala sersem şey seni," diye inledi, "seni anadan doğma serseri ve kesinlikle budala adam." - Tam orada bir nokta olan C noktasında yaşayan insanlarsa sık sık şunu merak ederdi: A noktasında ne var ki bunca insan B noktasından oraya gitmek için can atıyor ve B noktasında ne var ki bunca insan A noktasından orya gitmek için can atıyor? Çoğu kez insanların hangi lanet olası yerde olmak istediklerine kesin bir karar verip bu duruma bir son vermelerini dilerlerdi.
- Eğer etrafta benim egomdan daha değerli bir şey varsa, derhal yakalanıp vurulmasını istiyorum.
- Çünkü ben bir ölüyüm, ki böyle olmak insana mükemmel ve hiçbir şeyle engellenmemiş bir bakış açısı sağlıyor. Bizim oralarda " Hayat yaşayanların elinde ziyan olur " diye bir söz vardır.