ARŞAGUHİ BEDROSYAN?IN TANIKLIĞI (1903, YOZGAT DOĞUMLU ) Ben küçüktüm. Bir gün tellalın geldiğini ve şöyle bağırmaya başladığını hatırlıyorum: ?On beş - on altı yaşına kadar çocuğu olan hazırlansın.? Bir kargaşa başgösterdi. Eşyalarını topladılar. Teyzem de bir kapı ötede otururdu; o da çocuklarıyla birlikte bize katıldı. Pencereleri kapatıp evden çıktık. Giyinip kuşanmış sanki kebap yemeye gidiyorduk.Arabaları getirdiler; bizi içine doldurdular. Altı gün Yozgat dağlarında yolculuk yaptık. Ne su vardı; ne de ekmek. Halkın ağzı kuruyordu?Birden bir atlı geldi ve şöyle konuştu: ?Gâvurlar! Size af geldi!? Bizim saf Ermeni kadınlar atların toynaklarını öpmeye başladılar; affedildiğimiz için sevindiler.Ama, bizi kesmeye götürdükleri haberi halka yayıldı. Bizden önce bir grup erkeği götürdüler. Sıra ne zaman bize gelecek diye bekliyorduk. Zaten gece karanlıkta kızlarımızı kaçırıyor, gençlerimizi de askere alıyorlardı? Kim kime, dum duma? Meğer, bunlara bizi gözden uzak yerlere götürüp oralarda kesme emri verilmiş. Bizi koyun sürüsü gibi götürüyorlardı. Bir de baktık ki arkamızdan, üstleri başları kanlar içinde, dövülmüş, eziyet edilmiş, soyulmuş Ermeniler bize yaklaştılar: ?Vay, keşke biz de sizinle gelseydik?; deyip ağlamaya başladılar. Bu arada Jandarmalar gelip bağırıp çağırmaya, bizleri birbirimizden uzaklaştırmaya başladılar. ?Birbirinizden uzak durun? diye bağırıyorlardı. O Ermeniler de bizden beter 6 gün aç yürümüşler hem de dayak yiyerek ve yaralı bir halde... O karışıklıkta birden kara bir bulut gelip üstümüzü kapladı. Jandarmalar bizi kaybetti. Biz de başladık o Ermenilere elimizden geldiğince yardım etmeye: onlara biraz ekmek kırıntısı, veya ot veriyorduk; veya elbiselerimizi yırtıp onların yaralarını sarıyorduk. O insafsız allahsızların yarın bizi de aynı duruma düşüreceğini düşünmüyorduk...Siyah bulutlar bizden uzaklaşınca jandarmalar yeniden işe koyuldular; biri kırbacıyla, diğeri zincirle ilerlememiz için bize vuruyordu. Sözde rahat edelim diye bizi götürüp Türklere ait evlere soktular. Gece üstümüze hücum ettiler; kapıları söktüler ve silahlarla üstümüze saldırdılar. Annemin elbiselerinin içine dikili altınlar vardı; onları alıp götürdüler. Kalan ne varsa onu da çaldılar; bizi anadan doğma bir halde bıraktılar. Tsiatsan, Şamrik, Osanna ve ben hepimiz de dilenmeye gittik. Elimizdekiler çalınmasa, hiç olmazsa onları satıp zar zor geçinirdik? Şamrik çok açtı; zira, kaç gündür ağzına lokma koymamıştı. O bir eve gitmiş, Türk kadının yufka pişirdiğini görmüş ve canı çekmişti. Şamrik?e bir parça verilmiş, o da bunun sıcak sıcak yemişti. Bunun üzerine göğsü şişmiş ve oracıkta ölmüştü? Bir de baktık ki bir tellal geldi; başladı bağırmaya: ?Haydi! gâvur kesmeye gidelim! Balta kürek alalım! Gâvur kesmeye gidelim!? Bunlar aklıma gelince kalbim duracak gibi oluyor... Orada bir Türk köyü vardı. Türk kadınlar gelip bizim için gözyaşı döktüler; öyle bir ağladılar ki sanki önlerine cenaze konmuştu. O yaralı Ermenileri boğazlamadan evvel onların elbiselerini üzerlerinden çıkardılar ki içlerine dikili altınlar kendilerine kalsın. Tenekeler altınla dolmuştu? O yaralı Ermenileri götürüp bizden az ötede vadinin ağzında boğazladılar. Ermenileri boğazlanırken, Türkler gelip boğazlananların üzerinde altın arıyorlardı? Bir Ermeni kızı vardı; onun adı Arşaluys?tu; uzun, örgülü saçları vardı. Arşaluys çok güzeldi; onun da boynunu kestiler. Jandarma saçlarını eline sarmış olarak geldi; Arşaluys?un kafasını önümüze attı ve şöyle konuştu: ?Ya Türk olacaksınız; ya da bunun gibi olacaksınız?. Biz durmadan ağlıyor, bir taraftan da titriyorduk. Hepimiz de kadın, kız ve çocuktuk; içimizde erkek yoktu. İki tane 17 yaşında genç vardı; onları da bulamasınlar diye denklerin altına saklamışlardı. Ağlamalar, sızlamalar duyuluyordu? ?Allah yardım etsin!?, ?Ey Türk! Allah?ından bul?, ?Alçak Türk!? Bir de baktık ki yüksek rütbeli zabitler gelip, bizimle tatlı dille konuşmaya başladılar: ?Bacılar, anneler, sizden rica ediyoruz; Türk olup olmayacağınıza iyi karar verin. Siz boğazlananlar hakkında anlatılanları duydunuz. Onlar gibi olmak ister misiniz? Türk olmanız daha iyi değil mi? Yoksa sizi de onlar gibi boğazlayacağız...? - Vay imam efendi! dedi teyzem, bizden yapılması ne kadar zor bir şey istediğinizin farkında mısınız? - Ee anne, siz bilirsiniz. Teyzem ellerimizden tutarak bizi dağa dua etmeye götürdü: ?Tanrım bizi kurtar!? Günün birinde de o imam genme geldi: ?Ne yapmaya karar verdiniz? Türk olacak mısınız?? Teyzem gene konuşmaya başladı: ?Dinden dönmek kolay mı?? - Kolay değil,ama, canını kurtarmak için kolaydır. Teyzem çok becerikliydi; çekinmeden gene bir istekte bulundu: ?Sizden bize birkaç gün daha mühlet tanımanızı rica ediyoruz? dedi. Aman yavrum! hangi birini söyleyeyim, hangi birini itiraf edeyim? Benim başıma gelen, pişmiş tavuğun başına gelmemiştir... Teyzemin cüretkârlığı ve temiz Türkçe konuşması imamın hoşuna gitmiş olmalı ki: ?He, zaman tanırım; belli ki, inancına çok bağlısın; affediyorum; dinden dönmesi zordur elbet; haydi!? - Çok kurban olayım size! Teyzem konuşuyor; hem de sevincinden ağlıyordu. [Anlatan da şiddetli şekilde ağlamaya başladı - V. S.]. O şekilde biz iki-üç ay daha orada kaldık. Sonra duyduk ki, kalan bütün Ermeni kızlarını götürecekler. Babamı ve amcamı askere almışlardı. Babam yaralanıp hastaneye kaldırılmıştı. Sonra taburcu olmuş, amcamla birlikte bizi bulmak için yola düşmüştü. Ama, babam bitkin olduğundan dayanamayıp yolda ölmüş; amcama çantasını emanet etmiş; o çantanın içinde saati varmış. Ona: ?Al bunu bizimkilere ver; paraya çevirip, geçinsinler.? demiş. Amcam babamın saatini getirip anneme teslim etti. Bizler babamızın vefatını haber alıp, ağlamaya,sızlamaya başladık. Halam ağıt yaktı; duyanın yüreği paramparça oluyordu; onu duyup ağlıyorduk? Sonra, Türklerin evinde gâvur kızı ile gâvur oğlan varsa vereceksiniz diye emir çıktı. Bir papaz karısı vardı; onun on yedi yaşında bir oğlu vardı. O vakte kadar onu saklamıştı. Türkler onu buldular ve götürüp kestiler. Papazın kızını da bir Türk zabiti kaçırdı; götürüp kendine karı olarak aldı. Papazın karısı ağlayıp sızlıyor ve hiç olmazsa kızının o Türkün elinde kurtulmasını istiyordu. Günün birinde, tanıdığımız kızlardan Filor, üstü başı kanlar içinde, elbiseleri paramparça olarak yanımıza geldi. Kendi grubundaki kızların hepsini kestiklerini; kendisinin de cesetlerin altından, pıhtılaşmış kanların içinden geçerek yaralı halde zar zor dışarı çıkabildiğini ve bir yolunu bulup bizi bulduğunu anlattı. Ağlayarak bize dedi ki: ?Ayağınızı öpeyim, gelin hep birlikte kaçalım; şimdi sizi de boğazlarlar.? Ve gerçekten de daha sonra kızları kaçırmaya, kadınları götürüp boğazlamaya, çocukların kafasını kesmeye, top gibi oraya buraya atmaya başladılar? Filor?un annesini de götürüp kestiler. Birinin de bebeği kucağındaydı; annesinin kafasını kesmişlerdi; çocuk ölmüş annesinin sütünü emerek sağ kalmıştı; ama, sonra onun da kafasını top gibi kullandılar. Şişman bir Asanet vardı; hamamın sababıydı; onu da kazığa oturttular; bangır-bangır bağırıyordu; o şekilde de öldü? Sonra bizi gene teyzem kurtardı. O çok iyi bir terziydi. Jandarmanın karısının elbiselerini kendisi dikiyordu. Teyzem ondan ismi Şükrü Efendi olan kocasına bizim canlarımızı bağışlamasını söylemesini rica etti? Bir de baktık ki atlı bir jandarma gelip bize: ?Burada gâvurlar vardı; neredeler?? diye sordu. Biz ses çıkarmaya korkuyorduk. Bize: ?Korkmayın? dedi. Annemle teyzem ancak ses çıkarabildiler: - Bizik. - Korkmayınız, dedi jandarma, saat birde beni bekleyiniz. Meğer o, Türk kadının kocası Şükrü Efendi?ymiş. Gece saat birde hepimiz, teyzem, annem, teyzemin oğlu, ben ve kız kardeşim giyinip jandarmanın gelmesini bekledik. Geldi; atını dizginledi: ?Hazır mısınız?? diye sordu. - Hazırız. Kendisi ata binmiş bize yol gösterirken biz de karanlıkta ilerliyorduk; ama yakalanmaktan korkuyorduk. Birden bir köpek havlamaya başladı. - Allahım sen bizi koru, diyorduk. Yürüdük, yürüdük. Jandarma hepimizi bir köye, bir evin önüne götürdü; kapıyı çaldı. İçeriden bir kadın çıktı: - Bunlar kim? - Benim adamlarımdır. Bize yer verdiler; yan yana büzüldük; sözde uyuyacaktık; ama, kim uyuyabilirdi ki? Sabah kalkıp gene yola koyulduk. Yürü, yürü bitmez bir yol? Sonunda jandarma anneme: ?Burada ineceksiniz? dedi. - Çok memnunuz Şükrü Efendi, dedi annem. Aradan altı ay geçmiş; evimiz sahipsiz kalmıştı. Gidip baktık ki, kapıları pencereleri kırıp paramparça etmişler; sadece duvarlar sağlam kalmış. O da bir şeydi. Annemin on iki çocuğundan geriye sadece ikimiz kalmıştık; diğerleri yuolda açlk ve susuzluktan öldüler. Ölen kız kardeşimin su isteiğini ama su olmadığını hatırtlıyorum. Ağzından köpükler geldi ve öldü. Sonra, evde, gördüklerimizi hatırlayıp dehşete kapılıyorduk. Yıllar geçti; büyüdük, evlendşik; ev bark sahibi olduk. 1921?de Türk çeteleri Yozgat?a geldi. Kocamı askere aldılar. Küçük oğlumun elbiselerini üstüme bağlayıp birlikte Mudanya?ya gittik. Kız kardeşim de bizden önce Bursa?ya gitti. Kocamdan bir mektup aldım: ?Arşaguhi orada kal? diyordu. Zaten teyzem, halam da oradaydılar. Bizim de paramız vardı. Afyon?dan, Konya?dan, her taraftan insanlar İzmir?e gelmişti. Kilise tıka basa doluydu. Dini önder sakalını traş edip kaçmıştı. Dini önderlik binasının beş kapısının önünde Türk zabitler duruyordu; kiliselerin çanları çalınıyor, her yerden yardım çağrıları yapılıyordu. Alınlarına kızıl haç işareti bağlamış olan İngiliz, Fransız, İtalyan, Amerikalı ve Danimarkalı beş kız analara, çocuklara ve yaralılara yardım ediyordu. Halk ne yapacağını bilmez durumdaydı. İzmir yanıyordu!? Kıyı şeridi alevler içinde yanıyordu? İnsanlar ne yapacaklarını şaşırmıştı? Kızları kaçırmak için torbalara koyuyorlardı? Ortalık anababa gününe dönmüştü. Türk elinde bir şey gördüğünde elinden almak, çalmak istiyordu. Biri geldi yüzüğümü çalmak istedi. Ben hemen bulgur torbasını sırtıma aldım, annem de oğlanı, Mihran?ı kucakladı,yallah! Fransız Okulu?nun binasına girdik; biraz nefes aldık? Halkı liman tarafına sürmüşlerdi. Liman yakınlarında bazıları canlarını kurtarmak, başka bir ülkeye gitmek için, kendini suya atıyor, yüzerek yabancı gemilere ulaşıyor, halatlara sarılarak gemiye tırmanıyordu? Suya düşüp yüzenlerin üstüne ise kıyıdan kaynar sular döküyorlardı. Sonra, ateş gelip kaldığımız Fransız okulunu da sardı, yuttu; oradan dışarı koştuk nereye gidecektik?? her taraf alevler içindeydi. Parası olan ve becerebilen İngilizlerin misafirhanesine sığınmıştı. O misafirhane de o kadar tıklım trıklım doluydu ki, nöbetçiş artık kimseyi içeri sokmuyor, pezevenk: ?No!? diyor, kapıyı açmıyordu. Biz bildiğimiz az buçuk İngilizce?yle dil dökmeye başladık; Mihranik?İ gösterdik: ?Bize acıyın; bizi içeri alın? dedik. Sonunda beş altın verince bizi içeri aldılar; ama bütün odalar doluydu. Varsın dolu olsun babam! Biz oda istemiyorduk ki, sadsece canımızı kurtarmak istiyorduk!? Her neyse. Hayatımız kurtuldu. Verdiğimiz altınları götürüp Amerikan elçiliğine vermişler. Bizi özel bir kayığa bindirip Midllli?ye götürdüler. Geminin gelmesini bekliyorduk. Birden Rumların: ?Erkete!? (geldi!) diye bağırdığını duyduk. Gemi geldi. Diğer yolcuların bileti vardı; bizim biletimiz ise yoktu? Şöyle emrettiler: - Bilete olmayan bir kenara çekilsin... Biz bir kenara çekildik. Amerikan jandarmaları bir kordon oluşturmuş kimsenin geçmesine izin vermiyorlardı? Gidip onların komutanlarından rica ettim. Ben gençtim; çocuğum da kucağımdaydı. Bana baktı; acıdı. Elimdeki on altını alıp bize bilet verdi. Gemiye bindik ve Pire?ye ulaştık. Giyecek bir şeyimiz yoktu? küçük çocuk da kucağımdaydı. Annem Pire sokaklarını süpürüyordu. Bizler çadırda, saman üstünde uyuyorduk? Üç yıl yanımızda erkek olmadan zar zor, geçindik; sonra gazeteler aracılığıyla yakınlarımızı aramaya başladık. Kilisede ayin sırasında papaz kimin hangi ülkede olduğunu bildriyordu. Biz de erkeğimizin Suriye?de olduğunu öğrendik? O da bizi buldu? Neler görmüş, geçirmişti; tehcir edilen insanlarla Yeprat?a kadar gitmiş, yürek parçalayan olaylara tanık olmuştu; bunları anlatıyordu. Bir anne Der Zor yolunda çocuğunu birisinin alıp götürmesi için terk etmişti; ama, yüreği dayanmayıp geri dönmüş, çocuğunun aç-susuz kumla oynadığını görmüş, onu yanına alıp kendisiyle birlikte ölmesi için Der Zor?a götürmüştü. Daha pek çok şey de görmüştü? Sonra, biz Atina?ya gittik. Orada bir Ermeni mahallesi vardı; Fiks?te yaşıyorduk. Oğlum büyüdü, 1947?de Ermenistan?a geldik. Oğlumuzu henüz yeni evlendirmiş, ev-bark sahibi olacaktık ki, sevgili Vatanımızda, 1949 yılında bir gece gelip bizi aldılar ve götürdüler? Bizler hiçbir şeyden haberdar değildik; bizi nereye ve niçin götürdüklerini anlamıyorduk; meğer bizi Sibirya?ya götürüyorlarmış? Yedi yıl da orada kaldık; torunlarım orada doğdu. Sonra geri geldik; Nor Maraş?ta bize toprak verdiler. Yoktan bir ev inşa edip, içine yerleştik? Halamın bir oğlu vardı. O İzmir?den kaçış sırasında Amerika?ya gitmişti. Şimdi durumu iyidir. Oğluma mektup yazıp bizi Amerika?ya çağırıyor? Evimizde her gün Amerika?ya gideceğimiz konusunda konuşmalar oluyor? Aman yavrum, hikâyelerimden hangisini anlatayım, hangisini itiraf edeyim? Benim başıma gelen, pişmiş tavuğun başına gelmemiştir?
Diğer Kolektif Sözleri ve Alıntıları
- "Dünya görüşü ne olursa olsun, dertsiz kişiden ve tabii gözünü yıldızlara dikmeyen kişiden şair olmaz."
-Celâl Fedai- - Hutbe esnasında namaz kılmak dahi mekruhtur.
- Herkes gibi olmak olmayacak bir şey
Herkes gibi olmak olmamak gibi bir şey. - Ah siz inanılmazsınız, tamamen inanılmaz! O eril egonuzun zirvesine tüneyip zavallı, güçsüz, savunmasız kadınlara tepeden bakıyorsunuz ve onlara acıyorsunuz çünkü onların bıyıkları yok... (juhne Bride filminden)
- Düzeyimin altında biriyle evlendim. - Bütün kadınlar gibi. *Nancy Astar
- Kadınların erkekler kadar başarılı olamamasının en temel nedeni kadınların karılarının olmamasıdır. *Prof. Marjorie Nicholson
- Erkekler evrimleri sonucu dik yürümeyi Öğrenseler de gözleri hala daldan dala Dolaşıyor. *Margaret Sehooley
- Bir erkek onları düşünmeye zorlayan kadınlara hayran olur ama onlardan uzak durur. Onu güldüren kadınlardan hoşlanır. Kalbini kırana aşık olur ama iltifat edenle evlenir.
- Bazen düşünüyorum da günümüz erkeklerinin gerçekten istediği cinsel deneyimi olan bir bakire.
- bir erkeği tanımlarken bir çok kelime kullanabilirsiniz. Onun için nazik, sevgi dolu, düşünceli diyebilirsiniz. Bu yalan olur ama yine de söyleyebilirsiniz.