ARAKEL ĞAZARİ TAGOYAN?IN TANIKLIĞI ( 1902, TERCAN, ÇEKNES KÖYÜDOĞUMLU ) Köyümüz Tercan?ın Çeknes köyüydü. Orada dört amcam Hayraped, David, Ğazar, Vartan aileleriyle birlikte yaşıyorlardı. Bütün sülalemiz 22 kişiden oluşuyordu. Bir çeşit yemek hazırlanırdı; hep birlikte sofraya otururduk. Katliama kadar köyümüzde huzurlu bir yaşa sürüyor ve çalışıyorduk. İki yüz keçi ve koyunumuz vardı; çoban onları otlatmaya götürürdü. Başları boncuklarla süslü bir atımız, altı öküzümüz vardı; boyunlarına ise çıngırak takılıydı. Öküzleri sabana ve arabaya koşuyorduk. Pek çok arı kovanımız vardı. Dünyanın en iyi ürünlerini biz elde ediyorduk. Buğdayı kadınlar topluyordu; erkekler demetler oluşturuyor, sonra onları harman yerine götürüp harmanda dövüyorlardı. Devletin payını veriyorduk; geri kalanı bizim malımız oluyordu. Süt, yoğurt, tereyağı, kavurma evimizden eksik olmazdı. Köyümüzde üç yüz hane vardı; bunların hepsi de Ermeniydi. Köyümüzün arkasında dağ vardı. Mamahatun köyümüze iki saatlik mesafedeydi. Ovalarımız, nehirlerimiz vardı; nehirlerde balık vardı. Geceleri sepeti su akıntısının dar olduğu yere yerleştirirdik; sabah içinde bir sürü balık toplanmış olurdu. Ben annemin ve babamın biricik evladıydı. Yedi yaşında okula gittim. Zar zor alfabeyi, dua etmeyi öğrendik. Kilisemiz yerin içine oyulmuştu. Basamaklardan aşağı inilirdi; içinde resimler, duvarlarda haçlar vardı. Babam ölmüştü. Bir gün dayım anneme gelip dedi ki: ?Hazırlan, Muş Sultanı Aziz Karapet kilisesine inanç ziyaretine gideceğiz.? Orası büyük bir inanç ziyareti yeriydi. Sıvas?tan, Bayburt?tan, Tercan?dan, Egin?den, Kemah?tan oraya gelirlerdi. Önderler yol gösterilerdi. Orası bizim köye dört günlük mesafedeydi. Dayım beni ve annemi bir ata bindirmişti; kendisi ise yanımızdan yayan ilerliyordu. Dağlara tırmanıyor, vadilere iniyorduk. Yanımızda kurbanlık hayvanlar da götürüyorduk; onları özel olarak kaydediyorlardı. Aziz Karapet manastırında kırk oda vardı. Aziz Garabed?in mezarı kubbenin altındaydı. Hastası olan, iyileşsin diye onu oraya getirirdi. Sabah kalktık; baktık ki, büyük kazanlar yerleştirilmiş, yanacak odunlar dizilmiş. Kurbanlıklar pişiyor. Aziz Garabed alçak bir yerdi; çevresinde tepeler, vadilerde akan sular, dereler vardı. Her yer ceviz ve diğer emyve ağaçlarıyla doluydu. Annem dedi ki: ?Bu gece gördüğün rüyayı aklında tut. O gece ben Halep Şehri?nde olduğumu gördüm ve oyun arkadaşlarımı kaybetmiştim.Etraf karanlıktı. Bir yere düşmüştüm. Birisi geldi, elimden tuttu; beni aydınlık bir yere çıkardı. Güneşi gördüm. Ayvaz dayım dedi ki: ?Bu çocuk rüyasında Halep Şehri?ni görmüş; hayırlı olsun.? Hacılar haricinde Türk ve Kürt ahali de toplanıp bizimle kurban eti yer, bizimle sevinir, şarkı söyler ve dans ederdi. Şifa bulmaları için, Aziz Garabed?in mezarının üstüne hastalar getirirlerdi. Biz bir Ermeni?nin evinde ağırlandık. Sonra geri dönüp evimize geldik. Sonbahar mevsimiydi. David amcam iki yaşındaki koçunu kesmek istiyordu; birden gök karardı; güneş kayboldu. İnsanlar dediler ki: ?Bu iyiye alamet değil, bir felaket yaşanacak.? 1914 yılında, bir sabah erkenden jandarmalar geldiler. Amcam içeri girdi ve oğlu Hovhannes?e ve bana dışarı çıkmamamızı sıkıca tenbih etti; zira dışarıda jandarmalar vardı. Kendisi mumu yaktı, isini yüzüne tuttu ki, yüzü kararsın ve cildi sararsın. Manuk Ağa köyün muhtarıydı. Onun bir hizmetkârı vardı. O hizmetkâr gelip amcama: ?Kalk! Manuk Ağa seni çağırıyor? dedi. Amcam inleyerek: ?Ben hastayım? diye cevap verdi. Hizmetkâr gitti. Arkasından bir jandarma geldi. Mumu yakıp amcamın yüzüne baktı; ama, amcam dumanı yüzüne tuttuğu için yüzü hastalıklı bir görünüm almıştı; amcamı yatakta bırakıp, kalktı gitti. Dışarıda, bütün köyün erkekleri toplandılar; gizli bir toplantı yaptılar ve kendilerini savunmaya karar verdiler.. Ama, köy muhtarı, Manuk Ağa onlara: ?Olmaz? demiş. Bu arada, bizimkiler Sarıkamış?tan Ermeni muhacirlerin geldiğini ve sıranın bize geleceğini duymuşlardı. Erkekler kaçmayı düşünüyorlardı; ama, köyün etrafı sarıldı. Sabah kalktık ki, çobanlar koyunları otlatmaya götürecekler; ama, jandarmalar köyü kuşatmışlar. Jandarmalar ilk önce Manuk Ağa?yı tuttular; ellerini, ayaklarını bağlayıp harabe halindeki ahşap bir eve götürdüler; etrafına ot doldurdular; üstüne de gaz döküp, onu diri diri yaktılar. Köyün papazını da çağırdılar ki, onun yanmış kemiklerini bir bezin içinde toplayıp, götürsün defnetsin. Bu şekilde, önce önderleri yok ederek, halkın dehşete kapılmasını sağlıyorlardı. Ertesi gün, sabah erklenden gene köyü kuşattılar. Erkeklerden pek çoğu daha önce köyden kaçmıştı; ama, kalanlar da çoktu. Amcalarım kaçmışlardı. Davit amcam Türk Ordusu?nda firar etmiş, köye gelmişti. Öğleyin köyden dışarı çıkıyor, ot yığınları arasında saklanıyordu. Gece eve gelip uyuyordu. Bizim çevremizi sardılar ve şöyle dediler: ?Haydi! Hazırlanın! Daha iyi bir yere gideceğiz. Jandarmaların yanında da bizi soymaya hazır bir grup Çerkez vardı. Saat, öğleden sonra saat birdi. Üç yüz kişiyi köyden dışarı çıkardılar. Parası olan, yanına aldı. Bizim köye bir buçuk saat mesafede Çamurlu adında bir köy vardı; amcamın kızı Sırpuhi oraya kadar yürüdü; ama, daha sonra yürüyemedi. Biz onu orada bırakıp devam ettik. Büyük bir nehrin kıyısına vardık; o, Mamahatun Nehri?nin başka bir nehirle birleştiği yerdi. O nehrin öteki yakasına geçtik. Hayrabed amcamın çocukları Ağun ve Varvara on yedi yaşında, Minas yirmi yaşında, Stepan on beş yaşındaydı. Öyle ki, onlar beş kişiydiler. Davit amcamın ise Şuşan isimli bir kızı vardı. Paytsar yeni evliydi; Sırbuhi ise duvarın dibinde kaldı. Sahak amcam, çocukları ve karısı ile birlikte yedi kişiydiler. Vardan amcam, Maryam, Zabel, Pilipos, Mayreni ile ben ve annem de vardık. Toplam on sekiz kişi olarak sürgüne gittik. Bizi götürüyorlardı; Mamahatun Nehri?nden geçtik. Karanlık basmıştı. Bir de baktık ki, David amcam bir jandarmayla geliyor. geldiler. Amcam ben sevdi, öptü. Jandarma silah omzunda duruyordu. Bizi kervandan çıkardılar. Amcam anneme: ?Arakel benimle gelsin. Ben bu jandarmaya rüşvet verdim; kaçacağım. Bu kaçmamızı sağlayacak? dedi. Annem beni ona vermedi. David amcamın altı kişilik ailesi Çamurlu Köyü?ne doğru kaçtı. Yolda bir ses işitmişler. Bakmışlar ki, sesin sahibi Sırpuhi. Ağaç dalları kesip sedye yapmışlar; Sırpuhi?yi üstüne yatırıp tanıdıkları Kürt Ğazo?nun evine götürmüşler ki, dinlensin. Öyle ki, bütün amcalarım kaçtılar. Gidip bakmışlar ki, Sırpuhi de orada. Sonra amcalarım gidip Andranik?in birliğine katılmışlar. Sonra Andranik hepsini Eçmiyatsin?e götürmüş. O zamanlar, Sovyetler Birliği artık kurulmuştu. İki amcam Tiflis?e gitmiş; Davit amcam ve Harputlu bir karısı olan oğlu ise, gelip Kirovakan?a (şimdiki adı Vanadzor?dur) yerleşmişler. Ama altınlarımızı kovanların altındaki tümseklerin içine gömdüğümüz için, amcam altınları almaya gitmiş. Gitmiş ve bir daha geri gelmemiş. O dönemde ben bir rüya gördüm: Amcamın başında keçi boynuzu çıkmıştı. Başının belada olduğunu hissettim. Sınırı geçmiş ve öldürülmüştü. Biz, ben ve annem sürgün yollarında kaldık. Yaklaşık yirmi kişiydik. Mamahatun Nehri?nin yanından yürüterek bizi götürdüler; Gotir Köprüsü?nden geçtik; Dersim dağlarına vardık; orada Kürtleşmiş Ermeniler vardı. Orada boş bir Ermeni köyü vardı. Bir eve girdik; adamın biri yatağında öldürülmüş, kurtlanmış olarak yatıyordu. Evler harabe halindeydi. Korkup geri döndük. Bir Kürdün mendilinde ekmek peynir vardı. Annem ona altın para verip yiyeceği aldı ve yedik; zira, kaç gündür bir şey yememiştik. Kervanımız altı-yedi yüz kişiden oluşuyordu. Aramızda erkek yoktu. ertesi gün, bizi yendiden yürümeye zorladılar. Kızları, kadınları kaçırıp, onlara tecavüz ediyor bizi de soyuyorlardı. Annem bana kız giysileri giydirmişti. Elimden tuıtup beni biri derenin kenarına su içmeye götürdü; orada yarı çıplak halde, öldürülmüş, yerde yatan dört-beş kız cesedi gördük. Aç, susuz ve sahipsizdik. Günlerce yürümüştük; ayaklarımız şişmiş, kanlar içindeydi. Kadınlar kızlar kaçırılmasın diye onların yüzüne çamur sürüyordu. Erzincan?a vardık. Orada bir köprü vardı, o köprüden geçtik. Yolun kenarında Türkler durmuş, üstümüzdeki elbiseleri çekiştirip çıkarıyor, götürüyorlardı. Birisi de benim elimden tutup çekiştirmeye başladı. Annem de diğer taraftan çekiyor, beni götürmesine izin vermiyordu. Yürüyemiyorduk; yorgunduk. Yürürken, birbirimizi kaybediyorduk. Pek çok kişiyi yürürken balta darbesiyle öldürmüş, pek çoğunu da kaçırmışlardı. Papazın teki kadın elbisesi giymişti; ama, birileri onu ihbar etmişti. Jandarmalar onu yakaladılar; yoldaki dikenleri toplayıp başına taç yaptılar; kulağına çıngıraklar taktılar; ayaklarının altına da diken bağladılar ve: ?Haydi şimdi oyna? dediler. Oynaması için dümbelek çalıyorlardı. Ama, o daha birkaç adım atmıştı ki öldü. O zaman, bir Türk geldi, kalabalığı yararak baltasıyla rastgeleni öldürmeye başladı. Yedi günde gideceğimiz yere vardık. Amcamın karısının kucağında üç yaşındaki çocuğu vardı. Jandarma çocuğu kapıp suya attı. Tepe gibi bir yerde bizi topladılar; her birimize küçük bir avuç arpa dağıttılar. Biz o kadar açtık ki, o arpayı at gibi yemeye başladık. Bütün bunları hatırlamak istemiyorum? Bir de baktık ki, Sıvas istikametinden Bayburt?lurdan oluşan beş bin kişilik yeni bir kervan getirmişler. Egin?e varana kadar sayımız yeni katılan muhacirlerle o kadar arttı ki, 10 bin kişi olduk. Egin bağlarında bir kervan vardı; orada bir sürü kadın-çocuk vardı; aralarında erkek yoktu. Orada bir gece kaldık. Annem elimden tutmuştuı. Vardan amcamın kızı da bizimle birlikteydi. Nehrin karşı yakasına geçtik. Yürüdük; bir köy vardı. Oraya ekmek istemeye gittik. Başka çaremiz yoktu. Birden iki kadın geldi, bu Vartan amcamın kızıını çekiştirerek götürdü. Bizler ağlayarak bizimkilerin yanına döndük. Orada bir ay kaldık. Bir sabah kaltkık ki, Parantzem ölmüş; memesi süt çocuğunun ağzında kalmış. Ellerimizle bir çukur kazıp, ikisini de içine gömdük. Geceleri gelip kızları kaçırıyor, çocukları götürüyorlardı. insanlık dışı ne hareket varsa yapıyorlardı. On beş gün orada kaldık. Sonra, jandarmalar geldiler. Bizi kırbaçla döverek: ?Yallah! Yürüyün!? dediler. Jandarmalar önden, arkadan, yandan çevremizi sarmışlardı; ama, kendileri ata binmişti; bizler ise yayan ilerliyorduk. Halkı götürüyorlardı. Kürt kadınlar satmak için ekmek, su getiriyordu; ama, jandarmalar onlara yaklaşmamıza izin vermiyorlardı. Annem hırkasının içinde altınlar saklamıştı; gizlice, bir kadına o altınlardan verip su aldı. Jandarmalar insanları kayalardan aşağı yuvarlıyor, öldürüyorlardı. Ekmek yoktu; almamıza da izin vermiyorlardı. Bir çocuk yolda kalsa, annesinin onu kaldırmasına izin verilmiyordu. Annenin kafasına vuruyorlardı ki, ölmekte olan evladına yaklaşmasın... Bu şekilde bizi Arabgir?e ulaştırdılar. Annem beni sırtına aldı; zira, çok yorulmuştum ve ayaklarım kanlar içindeydi. Bir adam ve bir kadın beni annemin kucağından kapıp götürdüler. Annem ağlıyordu; ben onun ağlama sesini duyuyordum. Ben de ağlıyordum; ama, kim dinlyordu ki? Beni kendi evlerine, bir bebeğin beşiğinin yanına götürdüler; beşiği sallamam için elimi beşiğin üstüne koydular. O gece orada uyudum. Sabah erkenden uyandım. Evden yavaşça çıktım; çitin üstünden atlayıp ince yoldan koşmaya başladım. Vadinin içine inene kadar koştum; orada bir dere akıyordu. Ağaçların arasında yürüdüm, yürüdüm; ağaçların arasından çıktım; dükkânlar gördüm. İnsanlara bakıyordum; annemi bulmak istiyordum. Aklımdan her türlü fikir geçiyordu. Bir grup kadın gördüm; başlarını örtmüşlerdi; arkaya baktılar ve beni gördüler. Baktım ki onlardan biri dayımın karısı. Onlar beni annemin yanına götürdüler. Annemin hasta yattığını gördüm. Beni görünce biraz canlandı. Onu orada on beş gün tuttular. Gitmemize izin vermiyorlardı. Sonra, Arabgir?i terk ettik. Yürüdük! Yürüdük! Yolda, karpuz, ekmek filan satılıyordu; ama, bizim bunları satın almamıza izin vermiyorlardı. Bizi nehir kıyısına götürdüler. Her akşam bir tellal bağırıyordu. O tellal, Muşlu Müslümanlığı seçmiş bir papazdı. Bize Müslüman olmamız için, vaaz veriyordu: ?Ey ahali! Ermenilikten vazgeçin! Müslüman olun ki, sağ kalasınız!? diyordu. Oradan kayıklar geldi. Her kayığa yirmi otuz kişi biniyordu. Her defasında iki kayık geliyordu. Kayık geldiğinde, papaz şöyle diyordu: ?Parası olan versin! Yoksa sizi suya atacaklar!? Zaten, herkes görsün ve korksun diye, birkaç kişiyi suya attılar. Artık sonbahar yaklaşıyordu. Biz de Yeprat Nehri?nin kayaklıklarına varmıştık. Bizi gruplara ayırdılar. O Müslümanlığı seçmiş papaz şöyle bağırıyordu: ?Sıvaslılar! Harputlular! Malatyalılar! gruplara ayrılın!? O grupları nereye götürdüklerini bilmiyoruz. Bizi döve döve, bazılarını da öldürerek Koşin Köyü?ne götürdüler; orada elli Ermeni ailenin yaşıyormuş. Ama köy boştu. Kalmamız için, bizi o köyün mezarlığına götürdüler. Orada bir çeşme vardı. Az ötede, bir mağara olduğunu gördük; o köyün Ermenilerini o mağaraya doldurup kurşuna dizdikten sonra, onları ateşe verip yakmışlardı. Ben onların iskeletlerini mağarada üst üste dizilmiş vaziyette gördüm. İki gün sonra bize: ?Yallah! Yürüyün!? dediler. Dar bir yoldan bizi düzlük bir yere geri götürdüler. Dört taraf üzüm bağlarıyla çevriliydi. Bizi yere oturttular. Yere bir kilim serdiler. Birisi bağırdı: ?Millet! Kimin yanında ne kadar ziynet eşyası varsa kendi eliyle getirip bu kilimin üstüne koysun!? Ben, annemin bir mendilin içine sardığı altın bir gerdanlık ve küpeleri olduğunu bilmiyordum. Arkamızda cehriler vardı. Annemle birlikte oraya gittik. Annem o çalıların altındaki toprağı kazdı; o mendili gömdü ve bana: ?Eğer canlı kalırsak, buraya gömdüğümü hatırla? dedi. Jandarma ise hala çağırıyordu: ?Kimde ne varsa getirsin kendi eliyle bu kilimin üstüne koysun!? Hepsi de eşyalarını götürüp oraya koydular; kilimin üstü doldu. Dar bir geçit oluşturdular. Dört kişi bir tarafta, dört kişi de diğer tarafta durdu. Bizi teker teker o geçitten geçiriyor üstümüzü arıyorlardı. Bir de baktık ki, bir grup insan, ellerinde baltalar ve bıçaklarla, kadınlar da torbalara doldurulmuş taşlarla bize doğru geliyorlar. Jandarmalar geri çekildi; ötekiler öne çıktı. Bizi Yeprad Nehri?nin kenarındaki bir kayanın ucuna sürdüler. Arkadan vurup Yeprad Nehri?ne atıyorlardı. Orada sayısız insan öldü. Bir de baktım ki, kafam yarılmış; gözümün altı delinmiş. Ben yerdeyim; üstümde de 30-40 kişi var; sadece başım dışarıda kalmış. Ayağım da kırıktı ve ağrıyordu. Gözüme kan dolmuştu; ama, hala görebiliyordum. Yaşlı sakallı bir adam ve bir oğlanın bana baktıklarını gördüm. Ölmüş gibi hemen gözlerimi kapattım. Onlar birkaç kişiyi çekip çekiştirdiler, benim üstümden aldılar. Birden aşağı düştüğümü hissettim; ama, nehirde değildim; ağaçdallarının üstüne düşmüşüm. Onlar gittikten sonra, kaçmak için ayağa kalktım. Yürüyemiyordum. Kendimi sürükleyerek ayağa kalktım. Elim bir ağaç dalına çarptı; aşağıda boş bir mağara olduğunu gördüm. Sürünerek içine girdim. Orada düşmüş kalmışım; ne uyuyordum ne de uyanıktım. Kâbus görmeye başladım; annemin yanımda olduğumu sanıyordum. Birden kendime geldim; iki kadının geldiğini gördüm. Onların elbiseleri de kanlıydı; mağaranın içine girdiler. Ben yere serilmiştim; soğuk olduğunu hissediyorduım. Gece onlar da o mağarada kaldılar. Sabah gün doğdu. Türklerin ellerinde kılıçlar, baltalar ve sopalarla geldiklerini gördük. Gelip o iki kadının üstündeki elbiseleri çıkardılar. Onlar da anadan doğma çıplak kaldı. Ben de yerde kurumuş kanlar içinde yatıyordum. Sonra, yine bir grup Türk geldi. Neler oldu bilmiyorum. Ben duygusuz bir biçimde yere serilmiştim. Sanki sesler duyuyordum; annemin yanımda olduğunu sanıyordum; ama, bu sadece bir izlenimdi. Karanlık bastı. O iki kadın anadan doğma çıplak, yaralı, aç bir halde gene geldi. Görünüşe göre, umutsuzluğa kapılarak kendilerini vadiye attılar; orada da nehir akıyordu. Herhalde boğulup ölmüşlerdir. Sabah gün ışıdı. Kulağıma bir ses geldi. Gözümün biri ancak açılabiliyordu. Baktınca amcamın kızı Şuşan?ı gördüm. Beni yaralı, kanlar içinde gördü; ağlayarak ortadan kayboldu. Birden annem geldi. O kıza idrarını yaptırdı; onu bana içirdi. Annemin hırkasının tamamen kanlar içinde olduğunu gördüm. Cildi alın hizasında açılmış, kemiği gözüküyordu. Annem bir bezle alnını bağladı. Şuşan?ın da parmakları yaralanmıştı; o benden iki yaş büyüktü. Annem beni kanlı hırkasına sardı. Bir de baktık ki, iki Kürt gelmiş. Anneme: ?Gelin sizi götürelim? dediler. Annem: ?Biz zaten ölmüş sayılırız? diye cevap verdi. Onlar ise: ?Abla, biz sizin ekmeğinizi yedik?, diye karşılık verdiler. Meğer bunlar kapımızın önündeki ağacın atında yaşayan ve elek örüp satan Kürt çingeneleriymiş. Orada haftalarca kalıp gidiyorlardı. O çingene dedi ki: ?Abla, sen bizi hatırlayamazsın; ama, biz seni hatırlıyoruz. Sen bize ekmek, tereyağı, yoğurt getirirdin; biz de yerdik. Biz senin yaptığın iyilikleri unutmadık.? Annemin elinden tuttular; beni de kucakladılar, Şuşanı da alarak başka bir mağaraya götürdüler. Yeprad?ın o kıyısında, boğazlanıp ağaçların üstüne düşmüş insanların cesetleri o kadar çoktu ki, sanki ağaçların dallarına serilmiş mendiller gibiydiler. O çingeneler bize ekmek, su getirdiler. yedik ve kendimize geldik. Onların yanında kibrit de vardı; onları da anneme verdiler. Annem o kibritle kanlı elbiselerini yakıp yaralarımızın üstüne koyuyordu. Öyle ki, bizim hayatımızı o Kürt çingeneler kurtardı.
Diğer Kolektif Sözleri ve Alıntıları
- "Dünya görüşü ne olursa olsun, dertsiz kişiden ve tabii gözünü yıldızlara dikmeyen kişiden şair olmaz."
-Celâl Fedai- - Hutbe esnasında namaz kılmak dahi mekruhtur.
- Herkes gibi olmak olmayacak bir şey
Herkes gibi olmak olmamak gibi bir şey. - Ah siz inanılmazsınız, tamamen inanılmaz! O eril egonuzun zirvesine tüneyip zavallı, güçsüz, savunmasız kadınlara tepeden bakıyorsunuz ve onlara acıyorsunuz çünkü onların bıyıkları yok... (juhne Bride filminden)
- Düzeyimin altında biriyle evlendim. - Bütün kadınlar gibi. *Nancy Astar
- Kadınların erkekler kadar başarılı olamamasının en temel nedeni kadınların karılarının olmamasıdır. *Prof. Marjorie Nicholson
- Erkekler evrimleri sonucu dik yürümeyi Öğrenseler de gözleri hala daldan dala Dolaşıyor. *Margaret Sehooley
- Bir erkek onları düşünmeye zorlayan kadınlara hayran olur ama onlardan uzak durur. Onu güldüren kadınlardan hoşlanır. Kalbini kırana aşık olur ama iltifat edenle evlenir.
- Bazen düşünüyorum da günümüz erkeklerinin gerçekten istediği cinsel deneyimi olan bir bakire.
- bir erkeği tanımlarken bir çok kelime kullanabilirsiniz. Onun için nazik, sevgi dolu, düşünceli diyebilirsiniz. Bu yalan olur ama yine de söyleyebilirsiniz.