- .zaten hayatta normal olan huzursuzluk durumudur, huzur ise çok ender yakalanan geçici anlardır olsa olsa.
- İbn Haldun ne kadar haklıymış diye düşündüm, coğrafya kaderdir derken ne kadar haklıymış.
- Belki de her şeyini yitiren bir insanın son sığınağı insan onurudur, elinde kalan tek şey budur, diye düşünüyorum.
- Merhamet keskin bir kılıç; merhamet gösterenin kabzasından tuttuğu ama karşı tarafı yaralayan bir kılıç.
- Şikayet ettiğimi sanma sakın, sevgilinin ayakları altında ezilen lal renkli şaraba dönüştüm ben, bu yüzden razıyım ezilmeye. Syf 63.
- Güzel miydi? Evet,güzel olmasına güzeldi ama bu o kadar önemsiz bir ayrıntıydı ki benim için.... Güzellikten çok daha farklı bir şeydi beni ona vurgun kılan.Anlatılmaz,dile söze gelmez bir şey;bir hava,bir tavır,sesindeki ince bir kırılma,dudaklarının kıyısındaki hafif bir gölgelenme,gülerken çenesinde oluşan küçük çukur... Ömür boyu içinden çıkılmayan, her anının lezzetiyle dolup taşan bir sığınaktı,birbirimizde bulduğumuz.
- Zaten bir yerde kötülük varsa, oradaki herkes biraz suçludur.
- Günlerin daha uzun sürdüğü, güneşin daha geç battığı, zamanın daha yavaş aktığı, ne yapacağımızı bilemeden can sıkıntısı içinde kıvrandığımız, kendimize oyunlar icat etmeye çalıştığımız, kızgın güneş altında kafamız sasılaşana kadar oturup elimizdeki değnekle kumlara bir şeyler çiziktirdiğimiz, çember çevirdiğimiz, topaçları kamçılaya kamçılaya fırdöndürdüğümüz o farklı dünyanın izlenimleri, sanki başka bir insanın başından geçmiş, sanki İstanbul?da plazadan plazaya koşturan, trafikte takılıp kalan, dolmuşlara, otobüslere, metrolara soluk soluğa yetişmeye çalışan ?ben?in gördüğü tuhaf bir rüya gibi etkisi altına alıverdi ?ben?i. Hangi ben daha baskın çıktı anlayamadım, o ben mi, bu ben mi?
- Akşamüstü, otelden çıkıp bu antik şehrin taş yapıları arasındaki dar sokaklardan yürüyerek, Süryani ustaların gümüş telkâri yaptıkları işliklerin önünden geçiyor, epeyce yürüyüp şehri arkamda bırakıyorum ve çocukluğumdaki gibi Kasımiye Medresesi'nin tepesine çıkıyorum. Buradan bütün ovalar ayaklar altında; Mezopotamya'nın tamamını görüyorum duygusuna kapılıyor insan. Güneş Mardin'in kalesini, taş evlerini kızıla boyayarak tam karşıdan batıyor. Zamanın durduğu bir mekan ki o zamanın içinde Haçlılar, Timur'un Moğolları, Türkler, Kürtler donmuş duruyorlar. İstanbul'dan bir uçağa binip iki saatte binlerce yıl öncesine, Mezopotamya tarihine dalıvermenin tuhaf, hüzne benzer ama tam hüzün de olmayan; şaşkınlık mı özlem mi desem, ne olduğunu tam çözemediğim karmaşık duygular kaplayıveriyor beni.
- Hava karardıkça bir kasvet çöküyor, ayrıntıları silinen koca ova, uçsuz bucaksız bir okyanusmuş gibi görünmeye başlıyor, sanki sonsuz bir deryaya, bir ummana bakıyorum. Neredeyse ağlayacak hale geliyorum ama neyin ağlattığını bilmeden. Dedemin öğrettiği çok eski bir Arap şiiri geliyor aklıma: Asil insanların en neşeli zamanlarında bile bir hüzün vardır, daha düşük ruhlar ise en sefil zamanında bile neşelidir.