- Kadın düşmanlarının kadınları nasıl aptal yerine koyduklarını anlamaya başlamıştım. Kadın düşmanları Tanrı gibiydiler: İncitilemez ve tepeden tırnağa güçlü. Yeryüzüne iniyor ve sonra gözden kayboluveriyorlardı. Onları ele geçirmek olanaksızdı. Sayfa: 122
- Birden derdimin ne olduğunu anladım. Hiç deneyimim yoktu. Başımdan hiç aşk macerası geçmemişken, hiç çocuk doğurmamışken, ölen birini bile görmemişken, yaşam hakkında nasıl yazabilirdim?
- Kafamda akıl namına ne kalmışsa onu kullanarak bedenimi tuzağa düşürmem gerekiyordu, yoksa elli yıl boyunca o ahmak kafesinde hiçbir anlamı olmayan bir yaşama mahkum edecekti. Sayfa 165
- Eğer düşeceksem, hiç değilse elimden geldiği kadar uzun bir süre küçük zevklerime tutunacaktım. Sayfa 216
- Bütün o ateş ve korkudan arınmıştım. Şaşılacak kadar sakindim. Sırça fanus başımdan bir metre kadar yukarıda asılı duruyordu. Artık hava alabiliyordum. Sayfa 221
- Belsize'da yaşayanları, yakında döneceğim okulda briç oynayan, dedikodu yapan, ders çalışan kızlardan o kadar farklı kılan neydi acaba? O kızlar da bir tür sırça fanusun içinde yaşamıyor muydu? Sayfa 244
- Ölmek, her şey gibi, bir sanattır.
Bu konuda yoktur üstüme.
Öyle ustaca yaparım ki cehennem gibi gelir.
Öyle ustaca yaparım ki gerçekmiş gibi gelir.
Bir talebim olduğunu bile söyleyebilirsniz.
Öyle kolay ki bir hücrede bile yapabilirsiniz.
Öyle kolay ki yaparsınız ve kımıldamazsınız. - ...bekleyeceğine söz veren o gerçek sevgiliyle,
O ay ışıklı ülkenin ayçiçeğiyle. - Sessizlik bunaltıyordu beni. Sessizliğin sessizliği değildi bu. Benim kendi sessizliğimdi.
- Bir insan topluluğuyla konuşmaktan nefret ederim. Bir toplulukla konuşurken her zaman içlerinden bir tanesini seçip sözlerimi ona yöneltirim ve konuştuğum sürece ötekilerin de gizliden gizliye bana bakıp hakları olmadan dinledikleri duygusuna kapılırım. Nefret ettiğim bir şey daha varsa, o da insanların kendinizi berbat hissettiğinizi bildikleri halde neşeyle hatırınızı sorup, "iyiyim" demenizi beklemeleridir.