- 1919 HAKKA SIĞINDIK Hüseyin Rahmi Gürpınar Abdal Veli Hazretleri'nin yaşayışı, yaşadığı ortam, yiyip içtikleri git git yoksullaşan, çöken İstanbul halkını da simgeler. Aynı şekilde, Abdülhamid'le İttihat ve Terakki'nin karşılaştırıldığı bölümler çok dikkat çekicidir... . . . Bugün Beyoğlu'nda bol gelir getiren yerlerin önemli bir kısmı Sultan Hamid' den iyilik görmüşlerin ellerinde bulunmaktadır. Meşrutiyet fırtınasını geçirdikten sonra kedersizce mallarının sahibi kaldılar. Hele bu İttihat kaparozcularının insanı şaşırtan, tiksintiden kusturacak dereceye varan yağmacılıklarından sonra; sultan devrinin soyguncuları insafta, doğrulukta birer evliya gibi kaldılar. Bu yüzden de şereflerini ve insanlıklarını yeniden elde ettiler. İsterse kıyamet kopsun! Şimdi sigaralarını yaktılar. Köşe penceresine geçtiler. Günleri mutlu, gelecekleri sağlanmış; olup biten bu kargaşalığı seyrederek keyif çatıyorlar. (Tahir Nejat Gencan sadeleştirmesi.)
- 1920 İSTANBUL'UN BİR YÜZÜ Refik Halid Karay İlk adı İstanbul'un İçyüzü'ymüş bu romanın, sonra yazar, bütün İstanbul'u karalamaktan çekindiği için, İstanbul'un Bir Yüzü'nü yeğlemiş. Oysa eserde, örnekse Tevfik Fikret'in görkemli "Sis" şiirini andırır ilençler söz konusu değil. Refik Halid, yazarlık yaşamı boyunca sürdüreceği iyimserliğini daha ilk romanında sergilemiş. II. Abdülhamid döneminden Birinci Dünya Savaşı sonlarına kadar uzanan zaman diliminin romanı İstanbul'un Bir Yüzü. Yaşama biçimi, görenek, moda, çifte ahlak gibi olguları, eski ve yeni devrin insanlarını bir roman kişisinin anı defterinde kaleme getiriyor. Refik Halid siyasi seçimleri dolayısıyla hayli sıkıntılar yaşamıştır. İttihat ve Terakki döneminde Sinop'ta, Çorum, Ankara ve Bilecik'te sürgün. Milli Mücadele aleyhindeki yazıları "yüz ellilikler listesi"ne alınmasına yol açmış; yurtdışına çıkıyor ve geri dönemiyor; 1922-1938 arası Beyrut ve Halep'te sürgün. Yakup Kadri'nin Gençlik ve Edebiyat Hatıraları'nda ayrıntılarıyla anlatıldığı gibi, Atatürk'ün isteğiyle ve çıkartılan af yasasıyla yurda dönüyor. Kendisi de o günleri anılarında yazmış. Buna rağmen, uzun yıllar, 'yazarlığı' adeta gölgede bırakılmış. Pek çok kaynak, İstanbul'un Bir Yüzü ve Memleket Hikâyeleri dışında, Refik Halid'i küçümsüyor. Ne var ki, 1965'te ölümüne kadar, okur çevrelerince sevilmiş, benimsenmiş, el üstünde tutulmuş bir romancı.
- 1920 KARA KİTAP Suat Derviş Attila İlhan, Suat Derviş'i çok severdi. Yeni Edebiyat dergisi döneminde yazarı tanıdığını, şiirlerinin bu dergide yayınlandığını sık sık söylerdi. Yeni Edebiyat?ı Suat Derviş yönetiyormuş, genç yazarlara dergide özellikle yer verirmiş. Attila İlhan, A. Kadir'in erken dönem şiirlerinin Yeni Edebiyat?ta yayınlandığını söyler, hikâyeciler arasında Orhan Kemal'i, Mehmet Seyda'yı anardı. Zaten sonunda, 'O Karanlıkta Biz'de Suat Derviş'i roman kişisi olarak yazdı. Yaşamak isteğiyle dolu, fakat ölüme yazgılı bir genç kızla çirkin, isyankar bir şairin puslarla örtülü ilişkisini, şaşırtıcı ruh çözümlemeleriyle dile getiren Kara Kitap... . . . Acaba ölmüş mü?.. Bu ne acı bir şey! Bütün vücudu ile yanımda olduğu halde, benden ne kadar uzak. Halbuki işte elleri, yüzü, başı ve göğsüyle yanımda. Hiçbir şeyi eksik değil.. Demek şimdi ta yanımda olduğu halde, Hasan yok. Hasan mevcut değil, öyle mi?
- 1920 YABAN GÜLÜ Güzide Sabri . . . Belki güzelliğinize mağrur oldunuz, inkâr edemem ki, güzelsiniz; fakat nihayet bir gül olarak sevilir ve hatta bir ormanda hudayinabit bir "yabangülü" diye koklanırsınız. Süslü ve güzel bir bahçede itinayla yetiştirilen asil bir gül gibi makbul ve beğenilir olmaktan mahrumiyetiniz, sizi kurduğunuz bu saadetten maatteessüf uzaklaştırıyor ve bunu ihtar etmeye beni mecbur ediyor.
- 1922 ATEŞTEN GÖMLEK Halide Edib Adıvar Roman, Kurtuluş Savaşı'nın bütün heyecanıyla birlikte, İstanbul aydın çevrelerinin neden Ankara'nın yanında yer aldığını da saptıyor. Ateşten Gömlek, Türk'ün Ateşle İmtihanı'yla birlikte okunursa daha da anlam kazanabilir. Kurtuluş Savaşı anılarını dile getiren Halide Edib'le roman kişisi arasında, belli belirsiz, yine de dikkat çekici yakınlıklar söz konusu. Sultanahmet Mitingi'nin unutulmaz, romanlara (Kemal Tahir, Esir Şehrin İnsanları), anılara geçmiş konuşmacısı Halide Edip, tıpkı Ateşten Gömlek'in Ayşe'si gibi, savaş sırasında Anadolu'da hastabakıcıdır. Ateşten Gömlek'te yalnızca düşmanlıklarıyla betimlenen Yunanlılar, Türk'ün Ateşle İmtihanı'nda savaş denilen yıkımın kişileridirler; cepheyi soran Onbaşı Halide'yle Binbaşı Nazım arasında savaşa dair çok acı bir konuşma geçer. Binbaşı Nazım şehit düşecektir; "Nihayet" diyor Halide Edib, "hastaneye geldim. Hep gözümün önünde savaş ziyafetinin bulaşıklarıyla dolu, hastane denilen mutfak beliriyordu. Zavallı Türkler!.. Zavallı Yunanlılar!.. Zavallı dünya!.. 1920'lerin sonunda İngilizce yazılmış Türk'ün Ateşle İmtihanı'nı, 1950'lerde, Halide Edib Vedat Günyol'a yazdırtarak Türkçeye çevirmiş. Vedat Bey, bu çeviri sırasında, özellikle savaş, cephe sahnelerinde, Halide Edib'in durakalıp uzun uzadıya ağladığını anlatmıştı...
- 1922 ÇALIKUŞU Reşat Nuri Güntekin Bir Milli Mücadele romanı değil Çalıkuşu. Ama Kurtuluş Savaşı'nın sonuna doğru tefrika edilmiş, büyük heyecan uyandırmış. Tanpınar, Feride'nin mutlu sona kavuşup kavuşmayacağını çok merak ettiklerini; bu sonla, Anadolu'daki zafer arasında her okurun bağlar kurduğunu belirtir. Feride o günlerde adeta bir simge olmuş. Reşat Nuri, Çalıkuşu'nu önce İstanbul Kızı adı altında tiyatro oyunu olarak yazmış. Darülbedayi'nin repertuvara almadığı oyun kayıp. Çalıkuşu, dış görünümde, İstanbullu bir genç kızın kırık aşk hikâyesidir. Kalp ağrılı Feride Anadolu'ya kaçar, Anadolu'ya bir bakıma sığınır. Roman, Reşat Nuri'ye bir anda büyük ün kazandırıyor. 1922 sonrasında doğan birçok kız çocuğuna Feride adı takılıyor. Necati Cumalı 1963'te Çalıkuşu'nu tiyatroya uyarladı; ertesi yıl, Osman F. Seden beyazperdeye aktardı, hem Cumalı hem Seden eserin özüne sadık kaldılar. Çalıkuşu filmi aynı zamanda Türk sinemasının ve tiyatrosunun birçok oyuncusunu bir araya getiriyordu. Seden'e yıllar sonra, "Küçücük rollerde bile ünlü oyuncuları nasıl oynatabildiniz?" diye sormuştum. "Çalıkuşu, her sanatçının kalbinde yaşattığı bir romandır" demişti. Bu fılmde Munise'nin ölüm sahnesi, Türkan Şoray'la Zeynep Değirmencioğlu'nun oyunculuklarıyla sinemamızın unutulmazları arasındadır... Çalıkuşu romanı yalnızca başkişileriyle değil, yan kişileriyle de hep 'yaşayacak'. Emireri Hüseyin, öğretmen Hatice Hanım, Şeyh Yusuf Efendi bende yaşayageldi. Tutucu Hatice Hanım'ın Feride'yle birlikte insan zaaflarına açılmasını unutamam. Bestekar Yusuf Efendi'nin "gülümseyen İsa resimlerini hatırlatan" süzgün, hasta ve iyilik dolu çehresini yine görür gibiyim... Birol Emil 1984'te Çalıkuşu'nu şöyle değerlendirmiş: "Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu ile romancılığının mihverini kurmuştur ve Türk okuyucusu, bu eserde, kendi romanını ve romancısını bulmuştur. Elli yıldır yapılan değerlendirmeler de umumiyede bu yöndedir."
- 1922 KİRALIK KONAK Yakup Kadri Karaosmanoğlu "Konağın kiralanması" diye yorumluyor Handan İnci, "sadece Naim Efendi'yi kızı ve torunlarıyla karşı karşıya getiren bir çatışma unsuru değildir. Konakların 'kiralanması' Osmanlı İmparatorluğu'nda bir dönemin kapanmasını simgeler ki romanın asıl teması da budur. Bu açıdan bakımı, idaresi güçleşen, üstelik eskiliği yüzünden gözden de düşen konak ile imparatorluk'un çöküşü arasında çarpıcı bir paralellik kurulmuştur." Handan İnci, ayrıca, konağın sona erişiyle birlikte, apartmanın saltanat kuruşuna da işaret ediyor: Naim Efendi'nin damadı apartman sevdalısıdır. Böylece, konak ve apartman, yeni toplumsal hayatta, bitişle başlangıcın simge yapılarıdır... ...Naim Efendi artık kendi köşesine çekilmiş yaşamakta, konak gibi o da handiyse ölümü beklemektedir. Roman, yitirilmiş hayatları ve incelikleri, irkiltici bir eğlence gecesinin gürültüsüne patırtısına boğarak sona erer. Seniha üzerinde duran eleştirmenler, onu Madam Bovary'ye benzetmişler. Ben, Seniha'nın yerli bir Emma olduğunu düşünmüyorum. O, romanımızda ilk kez, iyi ve kötü yanlarıyla, kendi bireyliğini açıkça dışa vurmuş kişi; Emma'nın hayalperestliğinin tam tersine, kendi olmak istemiş kişi. Seniha, tek bir meziyeti olduğunu söyler, "(...) o da, hiç riyakâr olmayışımdır, her zaman, bilmeden, kendiliğimden açık sözlü, açık özlü bir kızdım." Başkalarının yargılarına, hatta yargılayışlarına hiçbir zaman önem vermemiş, kendi inandığı yolda yürümüştür... Ama içinde bulunduğu toplum, ne açık sözlülüğü ne kendi olmayı "fazilet" saymaktadır. Romancı ondan söz açtığı bir sahnede, "atılmış bir demet zambak gibi" diyor. Kiralık Konak, birbirinden güzel, unutulmayacak sahnelerle örülü bir romandır. Örnekse, demin andığım, o kalabalık kadrolu Büyükada sahnesi: Yakup Kadri bu sahnelerde 'figüran' konumundaki kişileri bile, birkaç fırça darbesiyle unutulmaz kılar. 1980'lerde, Atıf Yılmaz'ın önerisiyle, Kiralık Konak'ı senaryaya dönüştürmeye çalışmıştım. Bu tasarı gerçekleşmedi. Ama benim için büyük yararı oldu: Yakup Kadri'nin Kiralık Konak'ı adeta bir kameradan izler gibi yazdığını ayırt ettim. . . . Sonra redingot devri geldi ve redingot içinden yarı uşak, yarı kapıkulu, adî bir nesil türedi. Bu neslin en yüksek, en kibar simalarında bile bir saray hademesi hali vardı. Çoğu II. Abdülhamid Han devri ricalinden olan bu adamların her biri, bir hileyle efendilerinin arabasına binmiş seyisleri andırıyorlardı.
- 1922 NUR BABA Yakup Kadri Karaosmanoğlu Fakat çok geçmeyecek; tekkeye bir hanım gelecek, şaire "Kirpikleri süzgün o ihanet dolu gözler / Rikkatle bakarken bile bir fırsatı gözler" dizelerini yazdırtan bu hanıma Yahya Kemal ruh fırtınalarıyla tutulup kalacaktır. Sezdirilerle anlatıldığı kadarıyla bu ressam hanım, Celile Hanım' dır, Nazım Hikmet'in annesi... Celile Hanım-Yahya Kemal ilişkisinin izini sürmek için mi okumuştum Nur Baba'yı, tam hatırlamıyorum. Bir yandan da, Nur Baba çevresinde, övgü ve yergide ikiye ayrılmış değerlendirmeler ilgimi çekmiş olabilir. Övgüler, Yakup Kadri'nin başarılı romanı üzerine. Yerenlerse, yazarın Bektaşîlik'i yalanlarla küçültmeye kalkıştığını belirtiyor. Roman bu yüzden epey hırpalanmış. Nihat Sami Banarlı denge, sentez aramış ve Nur Baba'nın artık göçüp giden bir tekkeyi ele aldığını, Bektaşîlik'i asla lekelemediğini ileri sürmüş. Daha ilginci, roman öylesine gürültü koparmış ki, Nur Baba'yı esinlendirdiği söylenen Çamlıca'daki şeyhi Atatürk yakından tanımak istemiş. Tanışmışlar da; Yakup Kadri, gerçeklikteki Bektaşî şeyhinin Atatürk'te hayal kırıklığı uyandırdığını anlatıyor...
- 1922 SABİR EFENDİ'NİN GELİNİ Ercüment Ekrem Talu Ercüment Ekrem, eserin yan kişilerini, örnekse kahya kadın Eda Hanım'ı, hizmetçi kız Sofi'yi, birer figüran olmaktan kurtarmış; tıpkı başkişilerde olduğunca, canlı, kendilerine özgü konuşmalarıyla yaşar kılmıştır.
- 1922 SİSLİ GECELER Halide Nusret Zorlutuna Duygularını, isteklerini, düşüncelerini daima gizleyen Mine, bir ruh durumundan sürekli karşıtına geçer. Neşesi gibi içe kapanışı da uç noktadadır. Sacide'nin annesi ölürken, yeğeni Mine'yle Nüzhet'in evlenmesini vasiyet eder. Mine, sevmediği Nüzhet'le evlenir. . . . Mine, asabına hakim olabilmek için bütün kuvvetiyle dudaklarını sıkarak sobanın yerde oynaşan alevlerine bakıyordu.