- Fakat iki büklüm gölgeme hayatımdan bahsedeceksem, bir hikaye anlatmam gerekir. Ah, ne çok çocukluk, aşk, çiftleşme, evlilik ve ölüm hikayeleri var, hiçbiri de gerçek değil! Kıssalar, parlak sözler yordu beni.
- Bütün hayatımı bir salkım üzüm gibi avucumda sıkmak istiyorum, suyunu, hayır, şarabını damla damla gölgemin kurumuş boğazına akıtmak istiyorum, kutsal su gibi.
- Bu gölge, besbelli, benden daha iyi anlıyor onları!
- Benim içimdeki öyle bir dünya idi ki, ondaki bilinmezlikleri bir bir anlamaya kendimi adeta mecbur hissediyordum.
- Ben eski ben değildim; çağırsaydım getirseydim de konuşsaydım onunla, duymaz anlamazdı beni. Yüzü eskiden tanıdığım bir adamın yüzü olurdu da benim yüzüm olmazdı, benim bir parçam bile olamazdı.
- "Tutsağı olduğum sefaletten kaçıyordum.
Sokaklarda belli bir amacım olmaksızın, rasgele yürüyor; para ve şehvet peşinde koşan, o tamahkâr suratlı ayaktakımını arasından rahat, umarsız geçiyordum.
Onları görmeye ihtiyacım yoktu, biri ötekinin kopyasıydı.
Hepsi bir ağız, ağza asılı bir avuç bağırsaktan oluşuyor, cinsel organlarında bitiyorlardı." - Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.
- Türkmenlerinki gibi dar çekik bu gözler, olağanüstü ve mestedici parıltıyla canlı, hem ürkütücü, hem çekiciydiler. Hiç kimsenin göremeyeceği korkulu manzara ve sırları seyreder gibiydiler. Çıkık yanaklar, yüksek alın, ince ve bitişik kaşlar, dolgun hafif aralık dudaklar, o dudaklar ki uzun ve tutkulu bir öpüşle yeni öpülmüş, ama susuzlukları giderilememiştir. Siyah saçları çözük dağınık, solgun ve yüzüne dökülüyor, bir kaç zülüf şakaklarında kıvrılıyordu.
- Bilincimi yitirmiştim. Sanki ismini eskiden biliyordum. Gözlerinin parıltısına, rengine, kokusuna, hareketlerine öylesine aşina idim ki, ruhlarımız önceki bir hayatta, cisimsiz maddesiz bir alemde karşılaşmış da tek asıldan, tek maddeden oluşmuş, böylece bizim yeniden birleşmemiz adeta kaçınılmaz olmuştu.
- Durmuştu kalbim. Soluk almıyor, soluğumun bir bulut yada bir duman gibi uçup gitmesinden korkuyordum. Onun o mucizeli suskunluğu, aramıza kristal bir duvar dikmişti. Bu anda, bu saatte, bu edebiyette boğuluyordum. Yorgun gözleri yavaş yavaş kapanıyordu, bakmaya kimselerin dayanamayacağı doğaüstü bir şey görmüştü sanki bu gözler, ölümü görmüş gibiydiler. Kirpikler bitişiyor, kapanıyordu. Bense boğulmaktan kılpayı kurtulmuş birine benziyordum, can çekişmenin dehşetinden sonra gene su yüzüne çıkmıştım.