- ?Yerimden fırlayarak boynuna sarılmak ve onu ağlaya ağlaya öpmek için müthiş bir arzu duydum. Hayatımda hiç bu kadar mesut olduğumu, içimin bu kadar genişlediğini hatırlamıyordum. Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan, bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün oluyordu..??
- Bir gün, akşamüzeri lambasının ışığı altında, kendisine, Jacob Wassermann'ın "Hiç Öpülmemiş Ağız" diye uzun bir hikâyesini okuyordum. Burada, hayatında hiç kimse tarafından sevilmemiş ve kendisine bile itiraf etmediği halde, bir aşk, bir insan sevgisini bekleyerek ihtiyarlamış bir muallimden bahsediliyordu...
- Birdenbire gözlerimin içine bakarak: "Yolumu mu beklediniz..?" dedi. "Evet." "Bu akşam da aynı yerden geçeceğimi nasıl bildiniz? Burada çalıştığımı biliyor muydunuz...?" "Hayır, fakat ne bileyim... belki dedim... Hatta belki de demedim, farkında olmadan aynı saatte kendimi orada buldum... Sonra siz geçerken, beni görürsünüz diye korkumdan bir kapı aralığına saklandım." "Haydi gidelim... Yolda konuşuruz..." Benim şaşkınlığımı görünce sordu: "Beni evime kadar götürmek istemez misiniz..?"
- Kafamdan yalnızca bir arzu geçiyordu: Ne pahasına olursa olsun, ona yakın bulunmak, ondan ayrılmamak...
- Fakat aramamak elimde olmayacaktı. Beni, bütün ömrümce bir meçhulü, mevcut olmayan bir şeyi aramaya mahkûm ediyordu...
- Bu karanlık ve sıkıntılı manzara ne kadar güzeldi..! İçime çektiğim bu ıslak hava ne kadar tazeydi..! Yaşamak, tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek yaşamak; herkesten daha çok, daha kuvvetli yaşadığını, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak... Ve bilhassa bütün bunları anlatacak bir insanın mevcut olduğunu düşünerek, onu bekleyerek yaşamak...
- Dün akşam bana: "Seninle şöyle bir oturup konuşamadık..!" demişti. Ben artık böyle düşünmüyordum. Dün akşam onunla uzun uzun konuşmuştum. O bu dünyadan ayrılırken, benim hayatıma, başka hiçbir insana nasip olmayacak kadar canlı bir şekilde giriyordu. Bundan sonra onu daima yanımda bulacaktım...
- Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hrsaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden meydana çıkıyordu... Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya başlıyorduk...
- Maria" diye fısıldadım. "Nasıl oluyor da bir insan diğer bir insanı bu kadar çok mesut edebiliyor?.. İnsanın içinde ne müthiş kuvvetlerin saklı olması lazım..!"
- Dağların üstünde ne bir ağaç, ne iri bir kaya vardı. Yalnız ufak ufak çakıllar... Hani şose yollarına dökerler, en büyüğü yumruk kadar taşlar olur ya, sanki onları almışlar, avuç avuç serpmişler... Neye benziyordu biliyor musun? Zımpara kağıdına; ömrümüzü, zevklerimizi törpüleyecek bir zımpara kağıdına...