- "Eğleniyorlardı. Yaşıyorlardı. Ve ben, kafamın içine ve yalnız kendi ruhuma kapanmakla onların üstünde değil, altında bulunduğumu anlıyordum. Şimdiye kadar zannettiğim gibi, kitleden ayrılmanın bir hususiyet, bir fazlalık değil, bir sakatlık demek olduğunu hissediyordum. Bu insanlar dünyada nasıl yaşamak lazımsa öyle yaşıyorlar, vazifelerini yapıyorlar, hayata bir şey ilave ediyorlardı. Ben neydim?..."
- "Seninle şöyle bir oturup konuşamadık"
- Ben ise bütün ömrüm boyunca insanlardan uzak kaldığım ve onlar tarafından pek rahatsız edilmediğim için kimseye kızdığım yoktu. Beni kemiren sadece büyük bir yalnızlık hissiydi ve gene bu yalnızlığın tesiriyle, bana yakın olduğunu anladığım bir insana karşı birçok noktalarda kendimi aldatmaya hazırdım.
- İnsanlar benden inanma kabiliyetini almışlar.
- "Bu oydu.Bir an kadar gördüğüm yüzü,sisli kafamda bir şimşek gibi çakmıştı.Bu,yabankedisi kürkünün içinde,soluk yüzü,siyah gözleri ve uzunca burnu ile,sergide gördüğüm resmin ta kendisi,"Kürk Mantolu Madonna'ydı.....
- ''...bunu şimdi anlıyorum. demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar..''
- İnsanları sevmeme ve onlara tekrar yaklaşmama da imkân yoktu; çünkü en inandığım, en güvendiğim insanda aldanmıştım. Başkalarına emniyet edebilir miydim?
- ''Dünyada her felaketin içinden en az zararla sıyrılmanın yolu hayata uymak,muhite uymak,hiç sivrilmemektir.''
- "Bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu. Biz o zaman sahiden yaşamaya, ruhumuzla yaşamaya başlıyorduk."
- Böylece herhalde seneler geçecek, beklediğim gün gelecek ve her şey sona erecekti. Başka bir şey istemiyordum. Hayat bana kötü bir oyun oynamıştı. Pekala; işte ne kendime ne başkalarına bir kabahat bulmuyor, hadiseleri olduğu gibi kabul ediyor ve sessizce katlanıyordum. Ama bunun sürüp gitmesine lüzum yoktu. Sıkılıyordum, başka bir şikayetim yoktu.