- Mutsuzluk üzerine atılmadı, üstüne çullanmadı; yavaşça sızdı, neredeyse tatlılıkla sokuldu. Büyük bir dikkatle yaşamına, hareketlerine, saatlerine, odana işledi, uzun süre gizli tutulmuş bir hakikat, reddedilmiş bir gerçeklik gibi; direşken ve sabırlı, incecik, zorlu mutsuzluk, tavandaki çatlakları, çatlak aynadaki yüzünün kırışıklarını, dizilmiş oyun kağıtlarını ele geçirip sahanlıktaki musluktan damlayan suyun içine girdi. Saint-Roch?un çanı her çeyrek saati vurduğunda onunla birlikte çınladı.
- Georges Perec'ten, acı, umut ve doğruluğa dair bir roman... "İnsanlardan nefret ettiğin anlamına gelmez bu, ne diye onlardan nefret edesin ki? Ne diye kendinden nefret edesin ki? Keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi; keşke hayvanlar âleminden çıkıp aşılan o birkaç gülünç adımın bedeli, sözcüklerin, büyük tasarıların, büyük atılımların o dinmek bilmeyen hazımsızlığı olmasaydı! Karşı karşıya getirilebilen başparmaklara, iki ayak üstünde duruşa, omuzlar üzerinde başın yarım dönüşüne fazla ağır bir bedel bu. Yaşam denen bu kazan, bu fırın, bu ızgara, bu milyarlarca uyarı, kışkırtma, tembih, coşkunluk, bu bitmek bilmeyen baskı ortamı, bu sonsuz üretme, ezme, yutma, engelleri aşma, durmadan ve yeniden baştan yaratma makinesi, senin değersiz varoluşunun her gününü, her saatini yönetmek isteyen bu yumuşak dehşet."
- ?Yine böyle bir günde, biraz daha önce, biraz daha sonra, bir şeylerin yolunda gitmediğini, açık konuşacak olursak, yaşamayı bilmediğini, hiç bilmeyeceğini şaşırmadan keşfediyorsun.''
- Mutluluğu düşlediklerini sanıyorlardı; hayal güçlerinin serbest olduğunu, muhteşem olduğunu, dalga dalga evrene nüfuz ettiklerini sanıyorlardı. Ama bir bakıyorlardı ki, hareketsizler, içleri biraz boş. Tıpkı gri ve donmuş bir ova, çorak bir step gibi: Çöllerin eşliklerinde tek bir saray dikilmezdi, ufuklarını oluşturacak tek bir düzlük yoktu.
- Yaşamları çok uzun bir alışkanlık, huzur dolu denebilecek bir can sıkıntısı gibiydi; hiçbir şeyi olmayan bir yaşamdı.
- En yüksek tepelerin doruğuna ne diye tırmanasın ki, sonradan inmek zorunda kalacak olduktan sonra; inince de, yaşamını oraya nasıl çıktığını anlatarak geçirmemen mümkün mü?
- Sadece sürüp gitmek istiyorsun, sadece bekleyişi ve unutuşu istiyorsun.
- Ama sen istediğin kadar ara, boşuna, karşında bir şey yok, ufuk yok, ışık yok, göl yok, hiçbir şey yok, sadece yastık, karanlık, kalın ve boğucu bir yastık var.
- Köpeklerin tanrısı, kedilerin tanrısı, yoksulların tanrısı olabilirsin, elinde bir tasma, biraz ciğer, biraz servet olması bunun için yeterlidir, ama asla bir ağacın efendisi olamayacaksın. Kendin de bir ağaç olmayı istemekten başka bir şey yapamayacaksın.
- Bir inek gibi, bir istiridye gibi, bir fare gibi özgür!