- ''Yine mütefekkirimizin hayatını anlatan tarihi kaynaklar, Arapça dilbilgisi dersi aldığı hocaya Farabi'nin de mantık dersi verdiğinden bahsetmektedirler ve gerçekten de bu zat, daha sonra kaleme aldığı Dilbilgisinin Temelleri adlı eserini mantık kaidelerine dayandırarak yazmış bulunmaktadır. Bütün bunlar bize şunu gösteriyor ki Farabi, Türk kıyafeti ile ve Türkçe konuşarak Bağdad'a geldiğinde yaşı otuzun epey üzerinde bulunuyordu ve o, Arapça da dahi! olmak üzere birçok şey biliyordu. Ancak, İslam kültür ve medeniyetinin de merkezi olan bu başşehirde o, eski bilgilerini yeniden gözden geçirdi, kuvvetlendirdi ve her sahanın şöhret bulmuş otoritesi ile görüşüp bilgi alış-verişinde bulunarak sahip olduğu bilgileri, "kesin bilgi" şekline dönüştürdü ve kendinden emin kimsenin hali içinde bilgilerini kitap haline getirmeye başladı. ''
- ''Farabi'nin Bağdad hayatının çok hareketli ve hararetli geçtiği muhakkaktır. Bazı mübalağa ve yanlışlıkları da ihtiva eden rivayetler, geceleri bekçi kandillerinden yararlanarak kitap okuduğunu söylemekle onun, pek güç şartlar içinde öğrenim ve incelemelerini sürdürdüğünü belirtemeye çalışmaktadırlar. Bu güç şartlar içinde de olsa, artık onun burada eserler yazmaya başladığını biliyoruz. ''
- ''İnsanlardan dünyalık herhangi bir şey isteyip beklemeyen Farabi, kim ve hangi mevkide olursa olsun insanların önünde eğilip bükülmez. Onun yeri, aslında devletin en üst kademesidir. Fakat, onun görünüşüne bakıp aldananlar, ona önem vermez, onu küçümserler. Buna aldırış etmeyen Farabi, ilmini, bilgisini ve sanattaki ustalığını göstererek kendi değerini ortaya koyup kendisini hafife almak isteyenlere haddini bildirir. O, gerçek bir hakimdir, her dilden anlar. Konuşulan her lisanı çözer, gizli kapaklı her şeyi bilir. İşte halk tasavvurunda hikayeleşen Farabi? budur. ''
- ''Miladın 945 senesinde Şam'a giren Seyfüddevle'nin kısa bir süre sonra mağlup olarak burayı terk ettiği düşünülerek, Farabi'nin vefatı sırasında Seyfüddevle'nin Şam'da bulunmasının ve Farabi'nin cenaze namazını kıldırmasının mümkün olamayacağı, modern araştırmalarda kaydedilmektedir. Bu tarihlerde Şam'ın kısa surelerde birkaç defa el değiştirdiği bilinmektedir. Fakat, bu el değiştirmelerden birinde Seyfüddevle'nin Şam'da bulunmuş ve Farabi'nin cenaze namazını kıldırmış olması mümkün ve çok muhtemeldir. Seyfüddevle'nin Anadolu'ya geçip Bizans ile çarpışması da bu tarihten ve bu hadiseden sonra olmalıdır. Her halükarda Farabi Şam'da vefat etmiştir ve kabri orada bulunmaktadır. ''
- ''Bu bölgeye İslam, Farabi'nin doğuşundan kısa bir sure önce, yaklaşık olarak M. 840 yıllarında, girmişti. Tarihi kayıtlara göre Türk Hakanı Bilge Kol Kadir Han devrinde (M. 840'da), Samani emirlerinden Nuh b. Mansur el-Razi'nin Taşkent'i aldığı ve öteki (Sayram-İspicab... v.b.) şehirleri de barışa zorladığı anlaşılmaktadır. Demek oluyor ki Farabi'nin atalarından ilk Müslüman, muhtemelen Vesic kalesi kumandanı olan, babası Mehmed idi. İslam?ın henüz girdiği bölgede Müslümanlarla birlikte Müslüman olmayan Türkler de yaşıyorlardı. Nitekim M. 900 yıllarında yazılan bir eser;"Farab'da hem Müslümanlar, hem de Karluk Türkleri silahlı kuvvetler bulundururlar" ifadesi ile durumu aydınlatmaktadır. Kaşgarlı'nın haberinden de öğrendiğimize göre bölgede Türkler çok yoğun halde bulunmaktadırlar. ''
- ''Üstelik bu devrede "Millet olarak Türk" olmanın şuuruna varılmış olduğunu da görmekteyiz. Nitekim, meşhur Bilge Kağan'ın hitabesi bu devreye aittir; M. 732 tarihini taşımaktadır ve; "...Ey Türk Milleti kendine dön!..." ibaresi ebediyete kadar dursun diye taşa işlenmiştir. ''
- ''Bizim burada asıl olarak belirlememiz gereken şey, Gök-Türklerin nereden geldiği ve kimlerin varisleri olduğu hususudur. Hemen şunu belirtelim ki bu tarih, Türk milletinin tarihi şahsiyetini belirlemek açısından hiç de küçümsenecek bir zaman parçası değildir ve aksine, bugünkü dünyanın saygıdeğer milleti olarak kabul edilen milletlerinden pek çoğunun, sözü edilen yıllarda, (Gök-Türklerin tarih sahnesinde olduğu devirlerde), ne ismi, ne de kendisi tarih sahnesinde vardır. Felsefi açıdan baktığımızda şunu görürüz ki; bir milletin "millet" olarak ortaya çıkışı, öyle çok uzun asırlara ihtiyaç göstermez. Sosyal mutasyon dediğimiz çok ani değişimlerle bir iki nesillik bir zaman içinde bir milletin "millet" olarak ortaya çıkışı (veya tarih sahnesinden tamamen silinişi) mümkün olmaktadır. Fakat, bir milletin tarihi derinliklere dayanması, onun tarihi şahsiyetini, tarih tecrübesini, kültür zenginliğini ve nihayet onun millet olarak ayakta durma kabiliyetini gösterir. ''