- Sonu gelmeyen an, ulaşılmayan an yoktur. Büyük bir tutku ile beklenilirse, zaman geçtikçe beklenilen günün yaklaştığı sanılır. Bir yıl mı geçti? Daha iyi denilir, hazırlanacak zamana ihtiyacı vardı. İki yıl mı geçti? Gelmesi yakın....
- Bazıları, geleceğe olan inançlarını kaybetmedikleri için sabreder. Bazıları, işi bitirmeye cesaret edemediklerinden. Korkaklık hiç kuşkusuz hor görülesi bir şey, ama gene de yaşamın düzenine dahil. Tıpkı boyun eğmek gibi, o da hayatta kalmanın bir aracı. (151)
- Ölümü son çıkış olarak düşüneceksin. Bil ki kimse seni bundan alıkoyamaz ve tam da bu nedenle, elinin altında olduğu için onu yedekte tut, sonuna kadar. Diyelim ki geceleyin bir kâbus gördün. Bunun bir kâbus olduğunu, başını oynattığın anda kurtulabileceğini bilirsen her şey daha kolay, daha çekilir hale gelir, hatta bir bakarsın ilk başta en korktuğun şeylerden zevk alır olmuşsun. Hayat seni istediği kadar ürkütsün, canını yaksın, en yakınların çirkin maskeler taksınlar... Hayat bu, de kendi kendine, ikinci kez çağrılmayacağım bir oyun, bir zevkler ve acılar oyunu, bir inançlar ve aldatmalar oyunu, bir maskeler oyunu, bir aktör ve bir gözlemci olarak sonuna kadar oyna, gözlemcilik daha iyidir, ne zaman istersen bırakabilirsin. (151)
- "Ama o benim babam," diyormuş üniversite yurdundaki arkadaşına. "Bir yabancı değil, babam, hücrelerimin yarısı, kanımın yarısı, saçımın rengi, çene yapım ondan geliyor. Babam." Bu kelimenin tadını seviyordu. (155)
- Peki ya bu baba; koruyucu, kocaman bir yırtıcı hayvan değil de zayıf, bitkin, yaralı, terk edilmiş bir yaratıksa? Ya kızı onun kanadının altına sığınmak yerine ona analık etmek zorunda kalırsa? (155)
- Hayat kendi yolunu çizer hep; yatağından edilince hemen bir yenisini kazan nehirler misali. (160)
- 'Bil ki dışarıda bir kız var, senin kızın; onun için dünyadaki herkesten önemlisin ve sana kavuşacağı ânı sabırsızlıkla bekliyor.' Bu yalın sözler beni daha okurken değiştirdi. Erkeklik, babalık onurumu, hayatta kalmanın tadını bana geri verdi. (160)
- Gelmemenin bir vakti yoktur. İnsan coşkuyla beklerken ne kadar zaman geçerse, o büyük günün yaklaştığına o kadar inanır. Bir yıl mı geçmiş? Ne yapalım, dersiniz, hazırlanması en az bir yıl sürerdi zaten... İki yıl mı geçmiş? Gelmesinin eli kulağındadır... (166)
- Ama zaman denen şey bir yanılsamadır. Geçmişin, saatlerin ve günlerin ve haftaların ve on yılların kül kadar ağırlığı vardır; gelecek zamansa, isterse sonsuza dek sürsün, daima saniye saniye yaşanır. (182)
- Gün gelir, insan kendini bir mesajın temsilcisi sanırken, mezarcısından başka bir şey olamaz...