- ''Gerçi kendisine çok iyi niyetli davranıyordu ama,asıl sorunda buydu.Çok iyi niyetli bir insanda,çok kötü niyetli bir insan gibi davranırdı.''
- Kendim olarak kalmak istiyorum, diyordu. Kendim olarak, böyle tatsız tuzsuz biri olarak kalmak. Ne kadar hoş olursa olsun başka biri olmaktansa böyle kalkmak.
- İnsan ne kadar gülümserse gülümsesin yine de ifrit olabilirdi. Pişmanlık bilmez, zevk düşkünü acımasız bir ifrit.
- Şişeci Başı ya da Yargılama Müdür Yardımcısından öç almanın olanağı yoktu. Bernard için Vahşi'nin, bir kurban gibi, ötekilerine göre büyük bir üstünlüğü vardı; elinin altındaydı o. Bir dostun başlıca görevlerinden biri, düşmanlarımıza çektirmek istediğimiz fakat çektiremediğimiz cezaları (daha yumuşak ve simgesel bir biçimde) çekmeleridir.
- 'Ne eğlenceli olurdu,' diye düşündü, 'insanın ille de mutluluk üstüne düşünmesi gerekmeseydi!'
- Bir insan yaşlanır; kendi içinde yaşlılığın yanı sıra gelen o köklü yorgunluk, halsizlik, rahatsızlık duygusunu duyar; böyle duyunca da, kendini sadece hasta sanır, sıkıntılı durumun belli bir nedenden ileri geldiğini, hastalıktan kurtulunduğu gibi bundan da kurtulacağını umut ederek, korkularını uyutur. Boş düşler! Hastalık yaşlılıktır; hem pek korkunç bir hastalık. Derler ki, insanlar yaşlandıkça ölüm ve ölümden sonra gelen şeyler onları dine yöneltiyor. Ama benim kendi deneyimime göre, bu gibi korku ve düşleri bir yana bırakırsak, dinsel duygu yaşlandıkça daha bir gelişiyor; gelişiyor çünkü, tutku duruldukça, düşler ile duyular daha az etkilenebilir, daha az heyecan duyabilir bir hale geldikçe, mantığımız eskiden uğraştığı gibi düşler, istekler, dalgınlıklar tarafından daha az gölgeleniyor, o zaman Tanrı sanki bir bulutun arkasındaymış gibi birden çıkıveriyor; ruhumuz nur kaynağını duyuyor, görüyor ve ona doğru yöneliyor; ister istemez kaçınılmaz bir biçimde dönüyor; çünkü duyular dünyasına canlılığını ve çekiciliğini veren her şeyin bizden sızarak aktığı doğal varoluşun içeriden ve dışarıdan bir takım izlenimlerle desteklemez olduğu bu zamanda, duran, bizi aldatmayan bir şeye dayanmak gereği duyuyoruz bir gerçeğe, salt ve sonsuz bir gerçeğe. Evet ister istemez Tanrıya dönüyoruz, çünkü bu dinsel duygu, yaratılışı gereği bu yaşantıyı duyan ruha öyle katıksız ve kıvançlı gelir ki, bütün öteki yitirdiklerimizin yerini alır.
- Laf, laf, laf! İnsanın dünyayla ilişkisini kesiyor bu laflar. Bir şeyle doğrudan doğruya bir bağ kuramıyoruz da, ancak o şeyi simgeleyen kahrolası laflarla bir bağ kurabiliyoruz çoğu zaman.
- "Örümceklerin yapısını düşünecek olursak, örümcek ağları kaçınılmazdır. İnsan yapısını göz önüne alınca, din olgusu da kaçınılmazdır. Örümcekler nasıl ki sinek tuzakları yapmadan edemezlerse, insanlar da simgeler yaratmadan duramazlar. "
- İnsan eğer sorgulamaksızın kabullenmeye şartlandırılmamışsa,mutluluk,gerçekten çok daha zor bir uğraş.
- "ben keyif aramıyorum. tanrı'yı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, özgürlük istiyorum. günah istiyorum." "aslında," dedi mustafa mond, "siz mutsuz olma hakkını istiyorsunuz..