- Eski İstanbullu, yüzünü bu zamanın aynasında çok uzak, âdeta erişilmez ötelerden gelmiş bir şey, bütün bir ahret kokusuyla tütsülü bir gölge gibi seyrederdi. Yanı başlarındaki küçük cami ve medrese mezarlıklarındaki ölüleriyle yan yana yaşayan, sevinçlerini, hüzünlerini onlarla paylaşan eski İstanbul mahalleleri, bu zamanın içinde, gövdesine ağır boğumlu sarmaşık halkaları kenetlenmiş yaşlı bir ağaç gibi, güçlükle nefes alarak yaşarlardı.
- ?Onu musikinin kadehinden istiyorum; kadeh boşalıyor, susuzluğum olduğu gibi kalıyor;çünkü sanat da aşk gibidir, kandırmaz, susatır. Ben seraptan seraba koşuyorum. Her başına koştuğum pınarda muammalı çehreler bana uzanıyor; bilmediğim, seslerini tanımadığım dudaklar benimle bitmez tükenmez işaretlerle konuşuyorlar, fakat hiçbirinin dediğini anlamıyorum; ruhum dudaklarından ayrılır ayrılmaz hiçbir şeyin değişmediğini görüyorum.?
- Şark için "ölümün sırrına sahiptir" derler. Fakat Şark milletleri içinde dahi ona bizim kadar hususî bir çehre veren, her türlü lâubalilikten sakınmakla beraber, onu ehlîleştiren, başka millet pek yoktur.
- Gideceğimiz yolu hepimiz biliyoruz. Fakat yol uzadıkça ayrıldığımız alem, bizi her gün biraz daha meşgul ediyor.
- Gideceğimiz yolu hepimiz biliyoruz. Fakat yol uzadıkça ayrıldığımız alem, bizi her günden biraz daha meşgul ediyor. Şimdi onu hüviyetimizde gittikçe büyüyen bir boşluk gibi duyuyoruz.
- "Eski musikimiz insan sesinin tabii işaretiyle konuşur. Ne hususi lugati, ne de tam bir sentaksı vardır. Kudreti de, zaafı da buradadır. Hiçbir zaman kendi başına bir semboller dünyası olmamıştır. Üstün neşesi ve zaman zaman ıstırabındaki parçalayıcı kuvvet, çığlığa bu kadar yakın bulunmasında hatta onun hudutları içinde kalmasındadır."
- Korku ... Korku ve insan, korku ve insan talihi, insanın insana hücumu, o hiç yere düşmanlık . Fakat neyi aldatabilirdim, neyi anlatabilirdim ? İnsan neyi anlatabilir ? İnsan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir ? Yıldızlar birbirleriyle konuşabilir, indan insanla konuşamaz .
- İman, sadece bizi Allah'a bağlayan bağ değil, müşterek kıyafet, yüz ifadesi, muaşeret şekli, hulâsa cemiyet hayatında nezaket ve merasim dediğimiz şeylerin, yani karşılıklı münasebetlerin tek kaynağıydı. Onu içlerinde gereği gibi bulamayanlar, yahut onun emirlerine gereği gibi itaat etmeyenler de sanki her evin taşlığında, veya kapının yanı başında küçük bir dolap varmış gibi onun hallerini , o kendinden geçme, çok yüksek bir varlığa bağlama ve tevekkül maskesini yüzlerine geçirmeden dışarıya çıkıp insanların içine karışmazlardı.
- Çünkü çocukluk, yalnız sonu ergenliğe, rüşde varan bir yolculuk değildir. O aynı zamanda bir yığın tatlı hususiyetin, tabiatla derin kaynaşmanın, hayata her tecrübeden uzak şahsi bir kayışın mevsimidir. Onu kendinde kuvvetle devam ettirebilenler, daha ziyade şahsiyetlerindeki aksayışlarla sevilirler.
- Çünkü huzursuz bir dünyada yaşıyoruz. Çünkü insan kendisiyle barışık değil. Değerler karşısında ve insan karşısında yeniden düşünmeye mecburuz. Çünkü her şeyden şüpheciyiz.